Ben bir katilim ve işlediğim
cinayetlerin zaman mevhumuyla hiçbir alakası yoktur. Şöyle açıklarsam daha
anlaşılır olur galiba. Benim gibi insan öldürmeyi beyninde yaşayanların tarih
sıkıntısı yoktur. İstediğimiz an, istediğimiz tarihte ve istediğimiz mekânda
şiddet uygulayabiliriz. Bu sadece aklımızın bizi nereye götürdüğüyle
alakalıdır. Neticede şiddete maruz kalanın, onu yaşayanla bir ilgisi
olmamalıdır. Onu yaşayan, eğer bizim gibi, şiddeti üretenler gibi, olayı
akıllarında yaşaması yeterlidir. Bu bir beslenme gerçeğidir.
Şiddetle beslenmek, onu
arzulayan kişinin tercihi kadarıyla gerçekleşir. Biz neye hizmet ettiğimizi
bildiğimiz sürece tehlike yoktur.
O zaman itiraflarıma devam
edeyim.
2078 yılında olabilecek bir
darbeye karışmıştım. O tahammülsüz yılların hükümetinin inanılmaz zulmüne karşı
oluşturulan bir direniş gücü vardı ve beni direniş gücünün lideri buldu. Yardım
istiyordu. Boyumdan büyük bir işe karışmak gibi bir korkum olmadığı için, önce
yardımın sebebini sordum. Liderin açıklamaları bana yetmişti. Yardım edecektim.
Çözümü biliyordum.
2078 yılındaki yaşantıyı
inceledim ve karşılaştığım manzara beni ürküttü. Gerçekten gelecek böyle mi
olacaktı? Eğer öyleyse vay geleceğin haline. İnsanların eğlence anlayışları
tamamen değişmiş, okudukları kitapları yaşayarak eğlenir olmuşlardı. Daha
açıklayıcı olmak gerekirse, birey eğer aşk romanlarından hoşlanıyorsa, oradaki
kahramana bürünüyor, kitapta konu edilen aşkı yaşıyordu. Eğer kişi, maceradan
hoşlanıyorsa, okuduğu kahramanın kimliğini taklit ediyor, kurgulanan kitabı
yaşıyordu. Hükümet bunun için platformlar oluşturmuş, parkurlar düzenlemişti.
Sorun yok gibi görünüyordu ama
şiddet edebiyatından hoşlanan okurlar için durum farklıydı. Onlar bir katili
örnek alınca ve sistemin yönlendirdiği parkurlar dışında cinayetler işlemeye başladığında,
iş çığırından çıkmıştı. Hükümet bu oyuna bir son verdi ve halkın tek
eğlencesini elinden aldı. İnsanları tam bir monotonluğa mahkûm etti.
Çözüm yerine, işin kolayına
kaçarak yasak edebiyatına başvurdular.
Bu gidişe dur diyen birileri
olacaktı ve yardım çağrısı bana geldi. Ben bütün incelemelerimi bitirdiğimde,
direniş liderine iyi bir yazar yolladım. Gerilim öyküleri yazan ve o tarihin en
iyi yazarını. İsmi Volkan Hasanoğlu’ydu.
Volkan Hasanoğlu yeni bir öykü
yazdı. Direniş bu öyküyü el altından dağıttı. Dört bin ayrı ordu kuruldu. Halk
ordusuydu bunlar ve öyküdeki kahramanı yaşıyorlardı.
Darbe girişimi oldu. Çok kan
döküldü. Dört bin ayrı orduya karşı hükümetin pek bir şansı yoktu.
DARBE ( Erol Çelik - 19 Numaralı Koltuk. S. 7 - 32)
2008 yılının sıcak ama
güvensiz günlerinden birinde Emin Tortu isminde bir gençle tanıştım. Bir emlak
ofisinin camlarındaki ilanlara bakıyordu. Bakışlarındaki ve hareketlerindeki
gerilim beni merak denizinin en derin bölgesine sürüklemeye yetmişti. Yanına
kadar sokuldum ve kulağına ne yapmak istediğini fısıldadım. Aklı karışmıştı
muhakkak, bana diğer kişiden bahsetti. Onunla tanışmak istediğinden ve
sevgilisiyle olan sorunlarından konuştu.
Çok fazla bir şey anlamadım ve
onu takip etmeye karar verdim. Emlakçıdan çıkıp evine gittiğinde aklında bazı
planlar yaptığını anlamıştım ama beni bile şaşırtacağından hiç şüphem yoktu.
Kız arkadaşıyla film seyrediyordu ertesi gün. Film bitince kız arkadaşı
küstahlıklar yapmaya başlamıştı. Emin pencereden dışarı baktı. Karşıda boş bir
daire vardı. Ben ne yapmam gerektiğini düşündüğüm o anlarda, Emin Tortu’nun
arayışını anladım ve aklıma gelen şeyle kendimi kutladım.
Artık Emin Tortu’nun oturduğu
evin karşısındaki boş dairenin içindeydim. Onun kafasını karıştıracak bir şekle
bürünmem ve olaylara şekil vermem çok da zor olmadı. Emin içeri girerek,
karşıda bir adamın olduğunu söyledi ve kızı zorla pencereye çekti. Küstah kız
pencereye gelip benim olduğum pencereye baktığında ben ortadan kayboldum.
Olaylar hızla gelişti. Emin
Tortu, karşı penceresinde bir yabancının dolaştığını gördüğünü düşünerek aklını
oyalıyordu ve sevgilisini bu oyunun içine sürüklemeye çalışıyordu. Fakat kız
ayrı dünyalarda yüzmek istiyordu. Onları binadan çıkarken gördüm. Fırsatı
kaçırmak üzere olduğumu anladığım için hemen delikanlının kulağına fısıldadım.
“Hadi onu karanlık pencerenin olduğu eve getir, bu eğlenceli olacak” diye ikna
ettim.
Kız direndi böylesi bir
maceraya katılmak için ama Emin kararlı bir şekilde kızı boş daireye kadar
sürükledi. “Gel” dedi “eğlenceli olacak”
Ben boş dairede bir köşeye
saklandım ve olanları yönetmeye başladım. Kız durmadan tehditler savuruyordu
oysa emin kızı eğlendirmeye çalıştığını savunuyordu. İşler çığırından çıkacağı
sırada devreye girdim ve Emin’in kulağına fısıldadım tekrar. “Öldür onu” dedim.
Küreğin yerini gösterdim.
Kürek kızın kafasını ezerken
bir kenarda zevkten şekillere bürünmüş bir şekilde olanları izledim. Ben bir
katilim ve bundan zevk alıyorum.
KARANLIK PENCERE (Erol Çelik - 19 Numaralı Koltuk S.33 – 60)
2002 yılında bir otobüs kazasından sonra,
katillik hayatımın en enteresan olaylarından birini yaşadım ve yaşattım. 19
numaralı koltukta yolculuk eden biri ne kadar dikkatimi çekebilirdi ki? Veya
birkaç koltuk önde güzel bir kızın 19 numaralı koltukta oturan gence alımlı bir
şekilde bakması beni ilgilendirir miydi?
Yiğit isminde bir genç, 19
numaralı koltukta oturan yiğit, parçalanmış bir otobüsün, alevler ve dumanlar
içindeki ön camından dışarıya doğru bağırıyor olması, beni ilgilendirdi. İlk
kez orada tanıdım onu. “O yaşıyor, bebek yaşıyor” diye bağırıyordu. İtfaiyeciler
ona ön camda dışarı çıkması için alan yaratmaya çalışıyorlardı ve nihayetinde
kucağında genç bir kızla ön camda gördük onu. “Bebek yaşıyor, onu
duyabiliyorum” diye feryatlar içindeydi.
Yiğit’i ikinci kere hastanede
gördüm. Daha doğrusu onu görmek için hastaneye gittim. Çünkü enfes bir konuydu
bu yaşayacağım. Genç, bana kurtardığı kızı hiç tanımadığını ama
hastanedekilerin ve polisin onu eşi zannettiklerini söyledi. Yardım isteğiydi
aslında bu serzeniş. Üstelik kız hamileydi.
Ben hızla aklımda bir kurgu
yapmaya çalıştım ama başaramadım. Yiğit’e, hadi kalk, al kızı ve hastaneden
çıkart dedim. Götür ve ailesine teslim et. Diğer taraftan kızın hayatının hiçte
kolay olmadığını kurguladım aklımda. Onlar İstanbul’a doğru yola çıkarken ben,
kızın eski bir sevgiliden peydahladığı çocuğunun kaderini çizdim. Eski sevgili
ilk cinayet olmalıydı. Arzulu bir cinayet gibisi olamazdı.
Bebeğin doğmasına yakın
Yiğit’e, çocuğun babasını bulmasını fısıldadım. Buldu da ama baba olacak serseriye
bebeği kabullenmemesini söyledim. Ortalık karıştı. Kavgalar gürültüler.
“Yiğit” dedim “eğer bebeği
kabul etmeyecekse ve bebeğe sen bakacaksan bunun bedelini ödemeli.” Yiğit
düşündü. “Öldür onu” dedim fakat sanki buna cesareti yoktu. Oysa uygun koşullar
olursa yapacak gibiydi. Koşulları sağladım. Koşulları sağlamakta benim
gibilerin üstüne yoktur. Bebeğin babasını Yiğit’e öldürttüm. Çünkü ben bir
katilim.
Bitmedi. Kader 19 numaralı
koltukta başladıysa orada bitmeli diye düşündüm ve Yiğit’le bebeğin annesinin
Ankara’ya doğru kaçmasını sağladım. Her şeyi ayarlamıştım. Otobüsle yolculuk
edeceklerdi. 19 numaralı koltuğa oturmalıydılar diye düşünenler biraz basite
kaçmış olurlar.
Büyük bir otobüs kazası daha planladım
ama bu sefer onlar için kurtuluş olmamalıydı. Ve bu sefer bu kaderin
başlangıcının anlamının büyüklüğü gibi, bitişinin de anlamlı olması
gerekiyordu. Her ölüm küçük bir öyküyü hak eder. Yiğit’in öyküsü küçük bir
öyküden fazlasını hak etti doğrusu.
Yiğit bu sefer 19 numaralı
koltukta oturmuyordu ama 19 numaralı koltukta oturan bir başka genç yüzünden
gerçeği anladı ve ölümünün ne kadar boşa gittiğini anladı. Bu acı bir öykü
olmuştu.
Ben istediğimi elde ettim.
Başkalarının acı sonları beni daha fazla keyiflendirir mi bunu size söyleyemem
ama şu kadarını bilmeye hakkınız var, ben bir katilim ve işim öldürmektir.
Buna
ihtiyacım var.
19 NUMARALI KOLTUK ( Erol Çelik - 19 Numaralı Koltuk s.61 – 141)
Kafamı dinlemek için ya da
aklımı toplamak için genelde şehir metrosunda dolaşmayı severim. Bazen işler çığırından
çıktığı zamanlar kendimi banliyö treninde bulurum. Küçükçekmece’den biner,
Sirkeci’de inerim. Metro ve tren benim gibiler için bir mabet gibidir. Yoksa
onca insanı nerede bir arada görebilirsiniz?
İşte o, günahlarımla
yüzleşmekten kaçtığım günlerden birinde rastladım Şamil’e. Sirkeci yönüne giden
banliyö trenine binmişti. Tam da benim bulunduğum vagona. Beni göremiyordu
çünkü ben tam o sırada vagondakilerle küçük bir oyun oynuyordum. Uyuma oyunu.
Vagondaki herkes uyuyordu. Şamil vagondan içeri girince şaşırdı ama korkmadı.
Ben korkar ve trenden iner diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Aradığım
eğlenceyi bulmuştum.
Bir vagon dolusu insanı nasıl
öldürürüm diye düşündüğüm an, buna nasıl bir amaç yüklerim dediğim an, bu
katliamı nasıl daha eğlenceli hale getiririm dediğim an, bu andı.
Şamil kapanan vagon
kapılarının penceresinden dışarıya bakmaya başladı. Oysa kafasında merak denen
canavar çoktan uyanmıştı. Şamil’e etrafı araştırmasını fısıldadım. Herkes,
hatta ayaktakiler bile uyuyordu ve bunun sebebini öğrenmeliydi. Yaşlı bir adamı
uyanık gördüğünde çok şaşırdı. Ama yaşlı adamın gözlerindeki suçlayıcı ifadeden
korktu ve koşarak uzaklaştı.
Oyun şimdi başlıyordu. İlk
durakta Şamil trenden indi. Şimdi sıra bendeydi. Şamil indiği vagonun içine
baktı. Şimdi bütün herkes uyanıktı ve yalvararak camlara vuruyorlardı. Bu
kadarı da yetmez dedim. Korkular içinde kıvranan Şamile çok daha büyük bir oyun
hazırladım. Koşarak vagondan uzaklaşırken, tren korkunç bir gürültüyle havaya
uçtu.
Vagonun içinde kaç kişi vardı
hatırlamıyorum ama hepsini öldürdüm.
Şamil uyandığında kendini bu
sefer bir metro istasyonunda görmüştü. Sanki bir önceki tren kazasını rüyaymış
gibi anılarına kazıdım, bunu yapmamın sebebi, oyunuma devam etmek istememdi. Şamil
uzunca bir süre gerçek hayat zannettiği, benim kurgumda yaşadı. Bir kızla
cesaret savaşı verdi ve sonunda onu elde etti. Bir adamla kavga etti ve sopa
yemesine karşın erkekliğini ispat etti.
Ama sonunda ilk yaşadığı tren
kazasının gerçekliğiyle yüz yüze geldi. Sebebini ve neden bu oyunun içine
sıkıştığını öğrendi.
Ben ise bir vagon dolusu insan
öldürdüm.
Ben bir katilim.
BU SEFER SINAVI KAYBETME (Erol Çelik – 19 Numaralı Koltuk s.187 –
216)
İki bin iki yılının kasım
ayına yakışmayacak kadar iştah açan atmosferinde üç dalgıçla tanıştım. Elbette
onlar beni tanımadılar ama ben onlarla nerdeyse bir hafta geçirdim. Enfes
manzaralar eşliğinde, enfes maceralar yaşattılar bana.
Hele o liderleri yok mu,
bilmiş tavırları ve diğerlerini daraltan kuralları beni çok eğlendirdi. Birçok
şey öğrendim doğrusu. Neden tüpsüz dalındığından, balık çeşitlerine kadar her şeyi.
Liderle ilgili bir oyun
düşünmeliydim. Aslında dilinden düşürmediği senkop, aradığım şeydi ve bu konu
için bir ön çalışma yaptım. Doğrusunu söylemek gerekirse bilmem gereken her şeyi,
üç kişilik ekibin lideri söyleyip duruyordu zaten.
Planımı yürürlüğe koyduğum
gece ekip, gece dalışı için kendi dalış alanlarında hazırlıklarına
başlamışlardı. İlk başlarda bir süre balık tutmalarına müsaade ettim. Tam
tuttukları balıklardan mangal yapacakları an, üzerlerine üç tane şarapçı
musallat ettim. Amacım sıkı bir kavga çıkartıp olayın rengini değiştirmekti.
Her şey istediğimden daha iyi
gelişti ve olaylar bıçaklamalarla bitti.
Hayır, elbette bu kadar
değildi. Ben olayı senkoba bağlamalıydım ve bunun için bir fırsat daha verdim.
Üç şarapçıyla kavga ettikleri
gece olayları sadece kavga boyutunda bitirdim. Üç dalgıç o gece sorunsuz bir av
yaptılar ve evlerine döndüler. Ertesi gün liderlerine senkop yaşatmak için
kollarımı sıvadım. Güzel bir av günü daha sundum dalgıçlara ve ödül olarak
alkol içmelerini sağladım.
Sabaha karşı teknede gözlerini
açan lider, arkadaşlarının balık için daldığını gördü. Önce çok sinirlendi
onlara çünkü en önemli kurallardan biriydi alkollü ve alkolden sonra suya
girmemek. Ama insanoğlu çiğ süt emmişti. Arkadaşları elleri balıklarla su
yüzüne çıkınca kendini tutamadı ve suya daldı. Benim amacım da buydu zaten,
insanın kendi kurallarında boğulmasına bayılırım. En azından iri bir levrek
tutmanın ne zararı olabilirdi ki?.
Senkop denen şey onu yutunca
kendinden geçti.
Bir ara gözlerini açtığında arkadaşları
tarafından kurtarıldığını gördü ama buna müsaade etmedim ve tekrar kendinden geçmesini
sağladım. Tekrar kendine geldiğinde bir ambulansa taşındığını gördü. Az ilerde
üç sarhoş ona doğru bakıyordu ve ellerinde kanlı bir bıçak vardı.
Ben bir katilim. Eğer
böylesine bir özgürlüğüm yoksa, bu işi neden yapayım ki?
DERİNLİK SARHOŞLUĞU ( Erol Çelik – 19 Numaralı Koltuk s.217 – 262)
.