Bu yazı Temmuz 2012 de 58. sayının eki olarak, Gölge e.Dergi Türkiye'de Fantastik Hayat Dosyasında yayınlanmıştır.
Derginin tamamını okumak için: Göllge e-Dergi Türkiye'de Fantastik Hayat
Erol Çelik - Benim Fantastik Dünyam
1980’li yılların başıydı, yaz tatilini geçirmek için gittiğim köyümün
sıradan bir gecesinde, babamla amcamın konuşmasına tanık oldum. Yedi yada sekiz
yaşlarındaydım. Babam sessizce konuşup kimsenin duymamasına dikkat ederek,
amcama durumu özetliyordu. Artvin, Şavşat’taki iki katlı ahşap evimizin kim
bilir kaçıncı şahit oluşuydu bu gizemli konuşmalara? Babam “evlat, o senin
zannettiğin kadar kolay bir iş değil, o gömüyü topal bir cin koruyormuş,
başımıza iş alırız” diyordu. Belki o an, fantastik dünyayla tanıştığım ilk andı.
Bir gömüyü koruyan topal bir cin olgusu, kafamda aniden büyüdü. Amcam “Abi, ben
öğrendim, eğer gerekli duaları yaparsan ve gömüye ulaşıncaya kadar hiç
konuşmazsan, o topal cin sana hiç bir şey yapamazmış. İşin sırrı hiç ses
çıkarmamakta” diyerek direniyordu. Ne kadar büyüleyici sözlerdi bunlar, benim
yaşımdaki biri için?
Daha sonraları ne oldu, babam ve amcam o gömüye gittiler mi hatırlamıyorum.
Tam 27 yıl sonra, ilk kitabım Heyula’da bu öyküyü işledim. Topal cin, benim
öykümde topal bir tilki kılığına büründü ve gömüye gelenlere göründü.
Yine aynı yıllarda, annemin doğduğu Hopa’nın Garci (Hendek) köyünde bir kez
daha karşılaştım fantastik dünyayla. Kırmızı tepe diye bilinen alanın ardındaki
mısır tarlalarına girmiştik bir kaç çocuk. Rahmetli anneannem koşarak yanımıza
geldi ve “çıkın mısır tarlasından, orada Lazdebaraf var, sizi yakalar” diye bizi
korkutmuştu. Sonraları Lazdebaraf nedir diye merak etmiştim. Lazdebaraf mısır
tarlalarını koruyan, kafasında kocaman
bir sepet olan ve çocukları yiyen bir yaratık olduğunu öğrendim. Yaşlı bir
kocakarı şekline bürünen cadılar olduğunu söylemişti köyün büyükleri.
Elbette çocukların mısırları mahvetmesini önlemek için uydurulmuş bir
yaratık profiliydi bu ama hayal gücümün hamurunu daha bir sertleştirmişti. Ben
o yaz, Topal cinin ve Lazdebaraf’ın yaşadığı bir fantastik dünya oluşturmuştum
bile hayal dünyamda. O yaşlarda beynimde bir kayıt cihazı olsaydı, ortaya nasıl öyküler çıkardı bir düşünün.
Bu yazıyı yazdıktan sonra Lazdebaraf hakkında bir öykü yazmaya karar
verdim.
Sonrasında duyduğum bütün fantastik öğeler kafamda yer etmeye ve aklımı
çelmeye başladı. Tepegöz’ü dinlemeye doyamazdım mesela. Sonraları isminin Anka
Kuşu olduğunu öğrendiğim “Gak deyince et, guk deyince su vereceksin” diye
adlandırdığım hikâyeyi dinlemek, beni iyice masalsı bir hayal gücüne sürükledi.
Ayakları ters cinler, atlara ve lohusalara musallat olan Alkarası, toroslu
kayalardan öteye yol vermeyen devler ve daha niceleri.
Bütün bunlar benim fantastik dünyayla tanışmama sebep olmuştur.
Fantastik dünyayı kim nasıl biçimlendirirse biçimlendirsin, benim anladığım
ve sevdiğim fantastik dünya, yaşanmamış dünyalarda, gerçek olmayan varlıkların,
gerçek yaşamla harmanlanmasıdır. Biz Türkler bunu gerçek yaşamımıza kadar
sokmayı zaten başarmış bir toplumuz, yoksa bunca söylence olur muydu? Efsanelerin
kalbi bu ülkede atar mıydı zannediyorsunuz?
Olağanüstü nitelikler taşıyan, gizli güçlere sahip, ne oldukları
bilinmeyen, inançlarımızla yoğrulmuş varlıklarla ilgili hiç mi bir şey
duymadınız?
Cinlerin, ecinnilerin, cadıların, perilerin, şeytanların, mekirlerin,
feriştelerin, feriştahların kol gezdiği bir hayal dünyası, soluduğumuz havanın moleküllerine
kadar karışmış durumda zaten. Soluk almamız yeterli. Nereye kaçarsak kaçalım,
bu bizim genlerimize işlemiş durumda.
Türk insanının hayal gücü inanılmaz geniştir, bunu inkâr eden, Dede Korkut’un
hikâyelerindeki gibi taş kesilir. Fantastik dünyanın en âlâsı kendi
kültürümüzde sessizce yüzüyor zaten, sadece bunu görmek yeterli. Elbette batı
edebiyatından da keyif alabilir ve o kitapları okuyabilirsiniz ama kendi
kültürümüze açılsak, başka hiçbir şeye gerek kalmaz diye düşünüyorum.
Topal Cin, Lazdebaraf, Karakoncolos, Congolos, Kara-kura, Kara Korşak,
Kamos, Kayış Ayak, At binen cin, Çarşamba karısı, Karabasan, Albastı, Hınkır
Munkur, Demirkıynak, Tarlaguzan, İfrit, Yol azdıran, Çıtlık kuşu, Kuyu kızı,
Umacı, Abra, Bukrek, Meran, Garuda, Aldacı, Enkebit, İtbarak, Hırtık, Rom rom
ana.
Yukarıdaki isimler, bir nevi Türk fantastik dünyasının yaratıklarıdır bir
kaçıdır sadece ve her birinin enteresan öyküleri vardır ama işin kötü yanı,
sadece söylence olarak kalmıştır. Haklarında yazılmış geniş bilgiler ve öyküler
yoktur. Her biriyle ilgili bilgi toplamaya kalksanız, elinize pek fazla bir şey
geçmez ama her biri kendi başına fantastik bir dünyanın anahtarıdır ve en
önemlisi bizimdir.
Benim derdim bu. Kimse bana kızmasın, fantastik edebiyat sadece
elflerden orklardan oluşmuyor. Elbette ben de çok seviyorum o kitapları ama
bizim bir an önce kendi fantastik dünyamızı yaratmamız gerek. Keşke herkes
İhsan Oktay Anar gibi kendi kültürünü yazsa.
Özetlemek gerekirse; benim fantastik dünyam anlatılara, efsanelere dayanır.
Bu topraklarda işlenebilecek o kadar lezzetli olgu var ki, o kadar geniş bir
hayal dünyasına sahip bir toplumuz ki, kültürümüze sahip çıkalım.
Kendi fantastik dünyamıza sahip çıkalım.
Devşirilmeyelim.
Erol Çelik
06.
Haziran. 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder