Gölge e-Dergi Ağustos 2012
Öykü Özel Sayısında yayınlanan “Çelik Levhalar” isimli öykünün devamıdır.
Bu öykü Gölge e-Dergi 61. sayısında yayınlanmıştır.
Yaşlıca bir siyah kolluk hızlı
adımlarla, çelik levhaların yönetildiği binada ilerliyordu. Muhakkak o
diğerlerinden çok daha yaşlıydı ve hepsinden daha öfkeliydi. O, tecrübesiyle
edindiği yetkilerini kullanmakta tereddüt etmeyecek bir katılıktaydı.
Yöneticisinin odasının
kapısına geldi ve sağ kolundaki çelik bilekliği, kapının girişindeki güvenlik
deliğine değdirdi. Üç kademeli cam kapının üzerinde yaşlı siyah kolluğun remi
ve yetkileri belirdi. Cam kapı yeşil renge bürünür bürünmez açıldı ve içeri
giriş izni almış oldu.
Yılda en az dört kere girdiği
bu odadan korkardı hep. Sağ tarafta üç tane çelik levha vardı ve özel
aydınlatmalarla ışıl ışıl tehditkâr bir şekilde odaya giren kişiyi karşılardı.
Siyah kolluk istemsizce önce o levhalara baktı ve saygılı adımlarla
yöneticisinin oturduğu tamamen camdan yapılma masasının başına doğru yürüdü.
Odadaki tek cam eşya bu masaydı. Diğer her şey tamamen çelikti. Odanın
sıcaklığı normalden en az beş derece daha soğuk olması ürkütücüydü.
Hiçbir insan yaşlı siyah
kolluğun karşısında oturan yönetici kadar özgüvenli olamazdı. Bu kudret,
karşısındaki insana saygıdan daha fazlasını emrediyordu. Ölümün bir canlıya ne
kadar yakın olduğu gerçeği belki de ancak bu odada hayat buluyordu.
Yönetici herkesten yaşlı ve
herkesten öfkeliymiş gibi bir yüz ifadesiyle siyah kolluğa bakarken, üzerindeki
mavi üniformanın düğmesiyle oynuyordu. Siyah kolluk cam masanın tam önünde
durdu ve başıyla saygılı bir selam vererek konuşması için izin bekledi.
Yöneticinin cam masasının
üzerinde birçok hologram video oynuyordu ve bunların hepsi birkaç saat önce
kaçan kadın ve ona yardım eden kırmızı kollukla ilgiliydi. Videoların
yanlarında semboller ve garip fontlarda yazılar dönüyordu.
“Bu ilk değilmiş anlaşılan.
Ben böylesine bir güvenlik açığının varlığından nasıl haberdar olmam? Bunu
nasıl açıklayacaksın?” yönetici başını videodan kaldırmadan sakince konuşmuştu
ama odadaki tüm çelikler şahittir ki, adamın kalbindeki öfke tüm dünyanın
çeliğini eritecek sıcaklıktaydı.
Siyah kolluk konuşmadı.
“Üstelik benim yönettiğim bir
tesiste bunların olması ne kadar kabul edilebilir?”
Siyah kolluk hala
konuşmuyordu.
“Görülüyor ki, bu işi beceremiyorsun.
Eğer birkaç saniye içinde bana mantıklı bir açıklama yapmazsan, şu ortadaki en
sevdiğim çelik levha seni bekliyor olacak.” Eliyle girişteki çelik levhaları
işaret etti. “Şimdi kısa ve öz konuş.”
“Bana yirmi dört saat verin
efendim. Yerlerini biliyorum. Hepsini size getirmek için bizzat emirlerinizi
bekliyorum. Daha sonra bu hatamın cezasını ödemeye hazırım.”
“Elbette ödeyeceksin.”
Yönetici önündeki videolara
bakmayı sürdürdü. Odada hiçbir ses yoktu. Sadece soğuk solukların heyecan
boyutları duyuluyordu.
“Sana istediğin süreyi
vereceğim ama” yönetici önündeki cam masanın üzerindeki düğmelere hızla basarak
bir şeyler yapmaya başladı. “Sen daha önce dış dünyaya çıktın mı?”
“Asla efendim.”
“Ben çıktım. Çok
tehlikelidir.”
“Merak etmeyin ef…”
“Sözümü kesme!” yönetici
kükredi. “Sana oranın tehlikeli olduğunu söylüyorum ve bilekliğine gereken
yetkileri yüklediğim andan itibaren ölüm fermanını da imzalamış oldum. Eğer
yirmi üç saat elli dakika sonra bu odaya o insanlarla girmezsen, seni
öldürmeden önce torununu, gözlerinin önünde çelik levhalarda öldürürüm.”
Siyah kolluğun yüzü,
üniformasından daha kararmıştı.
“Şimdi git ve geri gel.”
Yönetici son iki kelimenin
üzerine tüm vücuduyla vurgu yapmış gibiydi.
“Geri gel!”
------*------
“Her şey bu kadar mükemmel
olamaz ki oğlum” kadın oğluna sevgiyle gülümserken içindeki özlemin tadını
çıkartıyordu. Oysa sorusundaki gerçek, endişesinin boyutunu vurgulamıştı.
“Mükemmel değil elbette. Bazı
bedeller ödeyeceğiz anne. Sen bunları dert etme.” Üzerindeki kırmızı kolluk
üniformasından arınmış gencin bakışları yemyeşil tabiatın üzerinde kederle
dolaştı.
“Nasıl dert etmeyeyim oğlum?”
‘oğlum’ kelimesini vurgulu ve keyifli söylüyordu. O kadar ki, bu kelime
ağzından çıktığı an aklında yüzlerce güzel düşünce dolanıyordu. “Peşimizi
bırakırlar mı zannediyorsun?”
Ana oğul birlikte mis gibi
kokan bir ormanın içinde yürüyüşe çıkmışlardı.
“Anne, her şey düşünüldü ve
biz hazırız.”
“Neye hazırsınız?”
“Savaşmaya ama korkma bu
bildiğin savaş değil. Biz silahlarla savaşmayacağız” genç durdu ve annesinin de
durmasını işaret etti. “Şöyle etrafına bir bak anne. Hiçbir çelik görebiliyor
musun? Hiç üniforma görebiliyor musun? Biz hayatı tekrar ilkel olarak yaşamayı
kabul ettik ve soyutlandık. Bizim silahımız bu.”
Anne hiçbir şey anlayamamıştı
doğal olarak. “Bu nasıl silah olabilir oğlum?”
Tekrar yürümeye
başladıklarında, genç gülümseyerek annesinin boynuna kolunu sardı. “Sen bunları
dert etme. Bu akşam siyah bir kolluk buraya gelecek ve bizi yakalamak için
saldıracak.”
Kadın çığlığı bastı.
“Gördün mü? Bu tepki daha
arınamadığın çağdaş yanının kalıntıları. Daha ilkel düşün.”
“Ne diyorsun oğlum sen? Biz
siyah kolluklarla nasıl savaşacağız? Onlar anında bizi silerler.”
“O kadarda değil anne. Sen
oğluna bir kez daha güven ve ilkelliğin tadını çıkar.”
Az ilerde bir dere göründü.
Şırıltısı tüm dünyayı doldurmuş gibi, ana oğlun yüzlerindeki endişeyi silip
süpürdü.
“Gel sana dereyi ve derenin
etrafına kurduğumuz balık kapanlarını göstereyim.”
Kadın aklındaki karmaşanın
üstesinden gelemiyordu ama yüreği mutlulukla atıyordu.
“Ben bu kadarını bile yaşadım
ya, seni bir kez daha gördüm ya, gerisi umurumda değil.”
“Öyle konuşma anne. Burada
mükemmel bir hayat kuracağız. Tabi bazı zorluklar yaşayacağız ama çelikten uzak
olmamız yeterli.”
Derenin yanına vardıklarında
gördüğü manzara karşısında kadının keyfi bir kez daha arttı. Derenin önüne
tahtalardan mazgallar yapılmıştı ve balık yakalanıyordu. Üç dört kişi
mazgalların etrafında yakalanan balıkları temizliyorlardı. Kadının gördüğü en
dikkat çeken şey, herkesin yüzünün gülüyor olmasıydı.
“Ben bu kadar insanı buraya
boş bir ümit için getirmedim anne. Akşam yanımda ol ve oğlunla gurur duy.”
“Ben seninle her zaman gurur
duyuyorum.”
Genç gülümsedi ve balıkçıları
selamlayarak onların yanına gitti.
----*----*----*-----*------*------*------*------*------*------**--------
Yaşlı siyah kolluk bütün hazırlıklarını
yapmıştı. Yüz otuz kişilik minik ordusuyla, kırmızı kolluğun kurduğu ilkel
koloniye saldıracaktı. Onların silahsız olduklarını biliyordu ve bu görevi
neredeyse tek başına yapabilecek durumdaydı ama bu küçük orduyu işini garantiye
almak için götürüyordu.
Gerekli emirlerini verdi ve
dış dünyaya adımını attı.
Ayaklarının altındaki yumuşak
toprağı hissedince tahmininden çok şaşırdı. Arkasını döndü ve biraz önce çıktığı
dev gibi çelik kapıya baktı. Kapı kapalıydı. Tuhaf bir dışlanmışlık hissetti.
Şu an çok güçlüydü ve korkması için hiçbir sebep yoktu ama yöneticinin
söylediği son söz aklında derin ve soğuk bir yara açmıştı.
“Geri gel!”
Neden gelmesin ki?
Siyah kolluk, ordusuna döndü.
“Herkes aracına binsin. Biz önden gidiyoruz. Yarım saat sonra yerlerinizde olun
ve benim emrimi bekleyin. Benim emrimin dışında bir ölüm gerçekleşirse, çelik levhalar
sizi bekliyor olur.”
İki genç siyah kollukla
birlikte hava aracına binen lider, diğer askerlerine baktı. Tüm askerler hayranlıkla
etraflarına seyrediyorlardı. Canı sıkılmıştı ve yöneticinin ne anlatmaya
çalıştığını anlamaya başlamıştı.
“Geri gel!”
‘Geri dönmeliyim’ diye
düşündü.
----*----*-------*--------*----------*----------*-----------*--------*-------*-------
Terk edilmiş bir köyü andıran
ilkel koloninin lideri olan eski kırmızı kolluklu genç, köyün girişinde hazır
bir şekilde bekliyordu. Hemen ardında babası ve yakın akrabalarından oluşan bir
heyet vardı. Diğerleri, gönüllü bir şekilde ilkel hayatı seçen kırmızı kolluk
askerleriydi. Sayıları en fazla kırk beşti.
İlkel koloninin liderinin yüzü
gülüyordu. Babasına döndü “asla endişelenmeyin ve bana güvenin” dedi. Hiç
kimsenin güvenle ilgili bir sıkıntısı yoktu. Mutluydular ve bedelini ödemeye
hazırdılar. Hiçbirinin üzerinde üniforma yoktu ve çelik levhaları andıracak
eşya taşımıyorlardı.
Silahsızdılar.
Hava aracı az ilerideki
düzlüğe indiğinde herkes dimdik bir şekilde olacakları bekledi.
Siyah kolluk araçtan indi. Koloni
insanlarına şöyle bir baktıktan sonra, hiçbir tehdit görmeyince etrafı
inceleyerek kalabalığa doğru yürüdü. Ardındaki tam silahlı iki siyah kollukta,
tıpkı liderleri gibi etrafı inceliyordu. Derin bir soluk alarak havayı koklayan
siyah lider, ilkel kolonin insanlarının yanına vardı.
“1441 kırmızı, sen ve bu
kolonideki diğer tüm insanlar tutuklusunuz.”
“Benim ismim Volkan. Bana bu
isimle seslenirseniz sevinirim.”
Siyah kolluk lideri cevap
karşısında şaşırdı ve öfkelendi. Çelik levhaların olduğu dünyada, karşısındaki
gencin lideriydi ve şu an emre itaatsizlik suçu işliyordu. “İsminin hiç önemi
yok asker. İnsanlarını topla ve hazırlan.”
“Ne kadar güzel bir yer burası
değil mi efendim?”
Yaşlı adam kaşlarını çattı ama
istemsizce etrafına bakınma gafletinde bulundu. Yanındaki silahlı askerler
zaten öyle yapıyorlardı.
“Lütfen etrafınıza bakının ve
ilkelliğin kokusunu hissedin. Bunun için hiçbir bedel ödemenize gerek yok.
Özgürsünüz.” Volkan gülümseyerek, insanın duygularını okşayıcı bir tonda
konuşmuştu.
“Bu kadar yeter” siyah lider
bir adım daha yaklaştı. “Sana bir emir verdim asker, uy ya da öl.”
“Burada hiç kimse emir almaz
efendim.” Volkan geriye dönerek mutlu insanları gösterdi. “Buradaki insanların
seçenekleri var.”
“Asker!” Yaşlı lider
öfkelenmişti.
“Eğer isteseydiniz bize direk
saldırabilirdiniz, bilekliğinizdeki emir de bu yöndedir zaten ama ben de size
bir seçenek sunmak istiyorum.”
“Senin hiçbir şey sunmaya
yetkin yok.”
“Hayır efendim var. Siz, bu
seçeneği duymak istiyorsunuz. Burada herkesin bir seçeneği var. Ömrünüzde ilk
kez bir seçenek sunulacak size, lütfen dinleyin. Hiçbir şey kaybetmezsiniz.”
Siyah lider durakladı.
Gerçekten seçeneği duymak istiyordu. Fakat her hücresine işlemiş çelik levhalar
kanunu bunu kabul etmiyordu.
“Lütfen seçeneğimi dinlemeyi
kabul edin.”
Silahlı siyah kolluklar çoktan
o seçeneği dinlemek için hazırdılar.
“Senin seçeneğini dinlemek
istemiyorum. Derhal teslim olun, yoksa…”
“Efendim” Volkan
karşısındakinin sözünü kesmekte hiçbir sakınca görmedi. Yüzü hala sevecen bir
edayla gülümsüyordu. “Buradaki herkes kaderine razı. Size teslim olup çelik
levhalarda ölmektense, burada özgürce ölmeye hazır. Ama siz, benim size
sunacağım seçeneği dinlemezseniz, pişman olacaksınız.”
“Beni tehdit mi ediyorsun?”
“Hayır efendim ama tavsiye
ediyorum.”
Diğer siyah kollukların söz
hakkı olsa, kesinlikle seçeneği öğrenmek istediklerini belli eden bir yüz
ifadeleri vardı. Zaten liderleri de bunu öğrenmek istiyordu. Yaşlı adam bir
süre kendiyle savaşıyormuş gibi bekledi. Sağ kolundaki bilekliğe baktı.
“Bizi geri götürmenize yetecek
zaman var daha efendim. Sadece bu kadar cesedi taşımanız için diğer
askerlerinizi buraya çağırmanız gerekecek. Ama seçeneği dinlemelisiniz.”
Tecrübe acı bir ifadeyle
ezilince, yaşlı bir yüzde bu denli karanlık bir iz bırakıyordu. Yardım
istercesine geriye dönerek silahlı askerlerine baktı. Onların yüzündeki merakı
görünce kararını vermişti.
“Peki, seçeneğini sun ama kısa
ve öz olsun.”
Çelik levha ordusu
konuşlandıkları yerlerde tüm konuşmayı dinliyorlardı. Hepsinin silahları kırk
beş kişilik ilkel koloni insanına dönüktü ama tüm askerleri kalbinde bir arzu
oluşmuştu. Bu arzuyu kendilerine bile söyleyemezlerdi fakat duymak için can
atıyorlardı.
Volkan’ın annesi gururla
oğluna bakıyordu. Hayatı artık bir anlam kazanmıştı. Özgürce ölmek bu kadar mı
lezzetli olabilirdi. Kocasına dönerek onun bakışlarındaki gururu da görünce
artık kalbi, bu kolonide ilk gözünü açtığında gördüğü kelebek gibi kanat
çırpmaya başlamıştı.
Dış dünyada hayat kısa bir an
durdu.
Volkan ellerini, üzerindeki özgür
kıyafetlerine sildi ve siyah kolluk liderine, ömrünün en şefkatli ses tonuyla
teklifini sundu.
“Bizimle kalın.”
İlkel hayat tekrar canlandı.
Dere tekrar akmaya başladı. Özgür insanların yüzleri daha bir mutluydu artık.
Kaderleri her ne olursa olsun, bu seçenek onları onurlandırdı.
“Bizimle kalın.”
Devam edecek.
Erol Çelik
13.Eylül.2012
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder