2007 yılında hamile bir kadının hastane koridorunda koştuğunu
gördüm. Önünde küçük bir çocuk vardı. Kadın çocuğu takip ederken, ben de
peşlerinden gittim. Küçük çocuk, kadını pis bir umumi tuvalete soktu.
Peşlerinden ben de girdim ama onlar beni görmüyordu.
Karşılaştığım manzara benim gibi bir katili bile üzmüştü. Zavallı
kadın oğluna, kendisini terk etmemesi için yalvarıyordu. Küçük çocuk annesine
tuvaletteki bir kovayı gösteriyor, kadın feryat figan ağlıyordu. Kovanın içine
baktığımda, aklım sıçradı. Poşetlere sarılmış oyuncak bebekler vardı kovanın
içindeki suda.
Ben hemen bir hemşirenin gelmesini sağladım. Hemşire, kadına
bağırmaya başladı, “acele et, çocuğunu kurtarmalısın” diyordu. Kadın, hemşireyi
dinledi ve onunla birlikte koşarak ameliyathaneye girdi. Tabi bende onların
peşindeydim.
İçeri girdiğimde gördüğüm manzara çok daha akıl karıştırıcıydı.
Biraz önceki kadın doğum masasının üzerinde kendinden geçmiş bir halde
yatıyordu. Başında hemşire, doktor ve bir de adam vardı ve durmadan kadına
uyanmasını haykırıyorlardı. “Uyan artık, yoksa çocuğunu kaybedeceksin”
diyorlardı.
Ben bir katilim ama buna yüreğim el vermedi ve kadının uyanmasını
sağladım.
“Uyan artık, uyan da bebeğinin hayatını kurtar.”
Kimse ölmedi. Ben başka cinayetler işlemek için yoluma devam
ettim.
UYAN ARTIK ( Erol Çelik – Satranç Ve Şövalye kitabından. S. 9-17)
Uyuşturucu batağına yeni saplanan bir genç adamın benden yardım
istediği yıldı 1996. Temmuz ayındaydık ve olayları izlediğim o günlerde zavallı
çocuğa çok acıdım. Kötü arkadaş kurbanı olmuş ve uyuşturucu kullanmıştı. Bir
gün bana, “eğer kullanmazsam beyaz adamlar beni rahatsız ediyor” demişti. Oysa
bilmiyordu ki, beyaz adamları onun başına ben musallat etmişti.
Eğer uyuşturucu alırsa cesaretli olduğunu zannediyor, yatak
odasına gelen beyaz gölgelere kafa tutabiliyordu. Beyaz Adamlar genç çocuğa o
tozu kullanmayacağı bir gün olacağını, işte o zaman kendilerinden korkması
gerektiğini söylüyordu.
Bu oyunu sevmiştim. Genç, uyuşturucu kullanmadığında korkak
oluyordu. Ben hemen beyaz adamları devreye sokuyordum. Bu durum gencin aklını
iyice zarara uğratmıştı. Uzun bir kedi fare oyunundan sonra son noktayı vurmaya
karar verdim.
Ben bir katilim, bu yüzden, gence feci bir ders vermeliydim.
Gencin kulağına eğildim ve bu akşam eve bir arkadaşını çağırmasını, ona beyaz
adamlar gördüğünü söylemesini fısıldadım. Dediğimi yaptı. Ben hemen beyaz
adamlara gittim ve bu gece söyleyeceğim her şeyi harfiyen yapmalarını emrettim.
Genç, yanındaki arkadaşına durumu anlatmıştı. Arkadaşı ben
yanındayım gibi zavallı bir tesellide bulundu ve bu gece uyuşturucu içmemesini
söyledi. İşte aradığım fırsattı. Gecenin ilerleyen saatlerinde beyaz adamlara
gerekeni söyledim ve olanlar oldu. Uyuşturucu müptelası genç, arkadaşını
öldürmeye teşebbüs etti. Kulağında durmadan dolaşan, beyaz adamların sesi
vardı. “Zarar ver ona!” diye bağırıyordu beyaz adamlar. Ben de bağırıyordum.
Arkadaşını öldüremedi ama kalıcı zararlar verdi.
Genç, en azından uyuşturucunun ne kadar feci bir şey olduğunu
anladı.
Başarısız bir girişim gibi görünebilir ama ben hala o gençle oyun
oynuyorum. Şimdilerde hastanede tedavi oluyor ama benim beyaz adamlarımla iyi
geçindiğini zannediyor. Hele bir çıksın.
BEYAZ ADAMLAR (Erol Çelik – Satranç Ve Şövalye kitabından. S
17-100)
Altıncı romanını yazan bir yazarın vicdan savaşına katıldım. Yıl
kaçtı? İki binlerin sonu olmalıydı. Yazarla benim aramda feci bir benzerlik
vardı. O, yazdığı kitaplarda insanlara kötülük yapıyordu ve bundan zevk
alıyordu. Hatta bundan para kazanıyordu. Okuyucu, başkalarının mahvolan
hayatlarını okurken, yazar bu tarafta bundan nemalanıyordu.
Bana geldiğinde, altıncı romanının son bölümünü yazmak üzereydi.
Benden ne istediğini sordum. Bana, kitabındaki adamdan bahsetti. Adam karısını
ve çocuğunu öldürmüştü kitapta. “Ne güzel işte” diye söyledim. “Öldürmüşsün
onları, ben ne yapabilirim k?” Ama yazarın düşünceleri kanıyordu. Bana dedi ki
“ben ailesini katlettim ama kitaptaki adam bana bunun sebebini soruyor, ben ona
ne cevap vereceğim?”
Sonuçta ben bir katilim, insan öldürürüm ama sebep aramam. Fakat
benden istenen yardımı da geri çevirmem. Yazara “adama şunu söyle” dedim.
“Yaşadığı şey bir başkasının yazmış olduğu bir kader. Bunu kabullenmelisin”
diye söyle dedim. “Tıpkı senin kaderini yazanın kaderini de bir başkasının
yazdığı gibi. Tıpkı bunları söyleyenin kaderini bir başkasının yazdığı gibi.”
Söylediklerim yazarın kafasına yattı ama ben ondan bir iyilik
yapmasını istedim. Yazar kabul etti. Uzun süreden beri cinayet işlemediğimi ve
ailesini katleden adamı öldürmek istediğimi söyledim.
Yazar kabul etti.
Son bölüm yazılmış oldu. Ben cinayet işledim.
SON BÖLÜM (Erol Çelik – Satranç Ve Şövalye kitabından. S. 101-127)
2007 Temmuzunda feci bir trafikte sıkışıp kalmıştım. Sıkıntıdan
sürücülerin düşüncelerini okumaya başladım ve aradığımı çok geçmeden buldum. Az
ilerde bir adam, yandaki bir arabayı kullanan güzel bir kadına bakıyordu. Onu
eski sevgilisine benzetmişti. Hemen kadının aklını ziyarete gittim ve enteresan
bir şekilde onunda adamı seyrettiğini fark ettim. Ama garip bir ilişkiydi
yaşadıkları. Kadın yandaki adamı ölmüş abisine benzetiyordu ama adam bunu cilve
olarak algılıyordu. Adam, kızı eski sevgilisine benzetiyordu. İlgiyle,
düşüncelerini dinlemeye koyuldum.
Aklıma bu yaşananlarla ilgili kötü bir şey gelmiyordu. Garip bir
aşk hikâyesiydi sanki oysa ben aşk hikâyelerinden nefret ederdim.
Trafik açıldı ve kız bastı gaza. Galiba aradığım fırsatı
bulmuştum. Hızla adamın aklına süzüldüm ve onu çeldim. Kız ona ümit vermişti
ama tıpkı eski sevgilisi gibi onu terk ediyordu. “Sen hep böylemi yaşamak
zorundasın?” diye haince fısıldadım kulağına. “Hayır!” diye isyan etti bana.
Buna bu sefer izin vermemesini söyledim tekrar.
“Hadi kıza yetiş ve buna hakkı olmadığını söyle ona” dedim.
Çok keyif almaya başlamıştı. Acaba ikisini de öldürebilir miyim
diye hesaplar yapıyordum. İyi bir kaza bunu sağlayabilirdi.
Adamın düşüncelerine yapıştım ve gerdikçe gerdim. Kadına yetişti
ve ben tam o an direksiyonu kadının üzerine kırdım. O an ikisinin de ne
düşündüğü umurumda değildi.
Ben ikisini de feci bir kazada öldürmüştüm. Gerisi önemli
değildi.
TRAFİK (Erol Çelik – Satranç Ve Şövalye kitabından. S. 128-167)
Adamın adı Kenan’dı galiba. 2001 yılında bu adamı ebru yaparken
tanıdım. Aklı sevdiği yüzünden yerinde değildi. Kenan tuhaf bir şekilde, yaptığı
ebruları sevdiği insana beğendirmeye çalışıyordu. İlgimi çekmişti. İzledim onu.
Güzel ebrular yapıyordu ve yaptığı tüm resimleri ona götürüyordu. Eğer
sevgilisi resimleri beğenirse onunla uzun bir yolculuğa çıkacağını düşünüyordu.
Bir akşam ebru teknesinin başına geldi ve sevdiğinin resimleri
beğendiğini söyledi, şimdi birlikte yolculuğa çıkacakları bir tekne
hazırlayacağını ve bunu nasıl yapacağını bildiğini söyledi. İlgiyle izliyordum
bu manyak adamı.
Kenan’ı diğer görüşümde sevdiği insanın mezarının başındaydı.
Kocaman, camdan bir ebru teknesi yapmış ve üzerinde resimler boyamaya
başlamıştı. Ne yaptığını sordum. Bana, bu dünyanın en büyük ebru teknesi dedi.
İsim de koymuştu ona “Neş’et-i Sâniyye Teknesi” Nedir anlamı diye sorduğum da,
“İkinci defa vücuda gelme” dedi.
Ne yani, bu teknede resim yaparsan, onu vücuda mı getireceksin
diye sordum aklı karışık adama.
Evet dedi.
Düşündüm ve muhteşem bir şey buldum.
Kenan, ebru teknesinin üzerinde resimler yaparken aklıma gelen
şeyi yaptım. Kenan’ın kulağına eğildim “Eğer o boyalara kanını akıtırsan,
senden bir şeyler katarsan, ona ulaşırsın dedim.” Bu aklına yattı ve bileğini
keserek ebru teknesinin üzerine akıttı.
“Daha fazla” dedim, “bak sesini duyabiliyor musun?”
Kenan, bileklerinden akan kanla birlikte yere yığıldı ve sevdiği
kadınla buluşmaya gitti. Ben emelime ulaşmıştım.
Bir cinayet daha işlemiştim.
NEŞ’ET-İ SÂNİYYE TEKNESİ (Satranç Ve Şövalye kitabından S.168-187)
İnsanların kalabalık oldukları yerlere girmeyi pek sevmem, bu
yüzden fastfoodlardan birinin otoparkında alelacele karnımı doyuruyordum. Açık
bir parktı ve hava fena sayılmazdı. Sol tarafıma, birkaç araba öteme sıfır bir
araba yanaştı. Tertemizdi. İçinden bir baba ve oğlu inerek restorana girdiler. Buraya
kadar her şey normaldi ve hiç dikkatimi çekmedi. Bir süre sonra o aracın önünde
bir kedi olduğunu fark ettim. Araçlarımızı yanaştırdığımız alanın önü bir
insanın beli yüksekliğinde bir duvarla kaplıydı ve kedi o duvarın üzerinde oturmuş, sıfır arabayı inceliyordu. Evet, bildiğiniz, bir insanmış gibi aracı
inceliyordu.
Boş verip hamburgerimin kalan kısmını bitireceğim an, kediye
tekrar gözüm kaydı. Mendebur hayvan, duvardan atlamış yeni arabanın farlarını
ve ön panjurunu yalamaya başlamıştı. Batıl inançlara pek aldırış etmem ama
görüntü beni büyüledi.
Baba ve oğul geldiklerinde onlara durumu açıkladım. “Aman eve
gidene kadar dikkatli ol, kedi uğursuz hayvandır” diyerek adamı korkuttum.
Ertesi gün sıfır aracın sahibi geldi aklıma ve yeni bir cinayet
planladım. Adamın evinin önündeki aracının tekerleklerine yeni kediler saldım. Hayvanlar
tekerlekleri yalarken adam aracın yanına gelmişti. Planım işliyordu.
Adamın kafasını iyice karıştırdığım bir gün onun kulağına eğildim
ve “araba için kurban kestin mi?” diye sordum.
Cinayet işleyeceğim gün, adamın çalar saatini ayarladım ve
servisi kaçırmasını sağladım. Yeni arabasıyla, kurban kesmediği sıfır
arabasıyla işe gitmesini sağladım. Yol boyunca aklına girdim. Düşüncelerinde dolaştım
ve ona ayaküstü rüya gösterdim. Kulağına fısıldadım “Peki oğlun için kurban
kestin mi?” Adam sinirlendi. Hayalinde,
oğlunun ayaklarını kedilerin yaladığını gösterdim ona.
Zavallı adam çıldırmanın eşiğine gelince, sol şeritten aniden sağ
şeride geçmesini söyledim.
Dediğimi yaptı. Ama kurbanlık hayvan taşıyan bir aracın altında
kaldı.
Yeni cinayetim, tüm cinayetlerimden daha kanlı olmuştu ama zekama
hayran kalmıştım.
SIFIR (Erol Çelik –Satranç Ve Şövalye Kitabından. S.188-211)
Ben bir katilim ve işlediğim günahları burada anlatıyorum. Neden
mi? Yenilerine yer açılsın diye. Üstelik hepsini anlatmıyorum, anlatmıyorum ki,
birazını da siz araştırın, bu adam başka neler yapmış siz bulun.
Daha bitmedi, işlediğim diğer cinayetlerden bir kısmını da, daha
sonra anlatacağım. Gözünüz üstümde olsun.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder