16 Aralık 2012 Pazar

Gelecek! - Kısa Film / Future! - Short Film


                                      

GELECEK!  |  KISA FİLM  | 2012 |  (4:22)

          Bu filmde anlatılan gelecek pek uzak değil. Teknolojinin hayatımıza girmesi ne kadar hızlı olduysa, bir o kadar da bizi tutsak etti.
          Distopik bir tatla, insanı rahatsız eden bir geleceğin anlatıldığı bu filmdeki dramatik aile yapısının kırıntılarını, günümüzde de hissetmekteyiz. 
          El yapımı gözlükler, kolay beslenme, her ailenin ve her bireyin numaralarla fişlenmesi ve insanın teknolojiyle mahvedilmesini anlatan “Gelecek!” isimli kısa filmin ana teması “yalnızlaşma” üzerine kurulmuştur. 

Yazan Ve Yöneten - Writter And Directed by: Erol Çelik
Görüntü Yönetmeni - Director Of Photography: Cumhur Kurucu
Işık - Lights : Aykut Yangın
Sanat Yönetmeni - Art Director: Ali Argun
Müzik - Music Composer: Koray Başaran
Grafik - Graphics: Ali Argun - Tuncay Kudu

Oyuncular - Cast
Cansu Ersoy
Cumhur Kurucu
Volkan Çelik
Kirman Çelik
Mehmet Akyıldız
Can Yılmaz

Her insanın gelecek hakkında bir tahmini vardır.
Bu kısa film, gelecek hakkında karanlık bir tahminde bulunuyor.
Filmi izledikten sonra etrafınıza bir bakın,
gerçekten teknoloji bizi nereye götürüyor, dikkat edin.


FİLMİ BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ





7 Kasım 2012 Çarşamba

ÇELİK LEVHALAR ( 3 ) ( BEN ÖZGÜRÜM ) Son Bölüm


1. Bölüm: Gölge e-Dergi Ağustos 2012 Öykü Özel sayısında yayınlanmıştır.
2. Bölüm: Gölge e-Dergi 61. Sayıda yayınlanmıştır.
3. Bölüm: Gölge e-Dergi 62. Sayıda yayınlanmıştır.


ÇELİK LEVHALAR ( 3 ) 

( BEN ÖZGÜRÜM ) 

“Sizinle kalmamızı ne cüretle istersin?”

“Bakın efendim, hayal gücümüzü bile onlar belirlerken bize nasıl yaşayacağımızın seçim hakkı kalıyor mu?” Eski Kırmızı Kolluk, bütün zekâsıyla açıklamaya başladığı yeni dünyasının güzelliğini vurgulamak için, mutlu bir yüz ifadesi takınmıştı. “Önümüze sunulan iki seçeneğin her biri, zaten onların istediği gibi değil mi? Ya Çelik Levhalarda acı çekerek diyet ödeyeceksin, ya da infazını isteyip daha erken öleceksin.

Ben ve arkadaşlarım buna bir son vermenin yolunu bulduk. İlkel yaşam.
İlkellik kulağa kötü gelse de, çok iyi bir başlangıç. Her şeye baştan başlamak ve her şeyi kendi kontrolün altında yapmak bizim seçeneğimiz. Artık yeni bir savaş içindeyiz. Bu savaş sizinle ya da Çelik Levhalarla ilgili değil, bu yaşama mücadelesiyle ilgili. Bu mücadelede bize katılın.”

Siyah Kolluk lideri, karşısındaki gencin bu denli özgüvenli konuşabileceğini tahmin edemezdi. Aklında acı verici bir savaş başlamıştı. Oysa katı bir tecrübeye sahipti, hiçbir şey onu ikna edemezdi. Karşı çıkamadığı bazı güdüleri ona el kaldırıyordu. Derhal bu güdülerden kurtulmalı ve bu saçmalığa bir son vermeliydi.

“Çelik Levha kanunlarının bana verdiği yetkiyle hemen teslim olmanızı emrediyorum!” Siyah Kolluk lideri öfkeyle gürledi.

“Efendim eğer bizimle kalırsanız…”

“Sizinle kalmayacağız, bunu düşünmenin ve teklif etmenin ne kadar akıldışı olduğunu anlamış olmalıydın.”

İlkel koloninin lideri olan eski Kırmızı Kolluk, şaşırmıştı. Karşısındakini en azından kendini dinlemeye ikna edebileceğini düşünüyordu. “Bakın efendim, bu bizim için vazgeçilmez bir durum. Teslim olmayacağımızı söylemiştim.”

“Eğer teslim olmazsanız, hepiniz öleceksiniz.”

“Biz buna razıyız efendim ama siz bu şansı tepmeye razı mısınız?”

“Kes sesini, sana yeterince zaman verdim. Şimdi karşıma geçmiş ilkel ve zavallı yaşamınıza katılmamızı bekliyorsun.”

“İlkel olabilir ama zavallı değiliz efendim. Bizler özgürüz.” Volkan bir an ümitlenmişti.

“Özgürlük dediğin ilkellik mi yani? Milyarlarca insan yanlış biliyor ama siz doğrusunu mu biliyorsunuz? Bu zavallı ve hastalıklı bir düşünce.”

“Hayır efendim. Biz Çelik Levhalarda sömürülmek istemiyoruz.”

“O Çelik Levhalar sayesinde karnınız doyuyor ve barınak sahibi oluyorsunuz.”

“Ama özgür değiliz.” 1441 Kırmızının ses tonu yenilgiyi kabullenmek istemediği için sertleşmişti.

“Özgürlük dediğin zavallı bir şekilde yaşamak mı yani?”

“Bakın efendim, eğer özgür olsaydık, şu anda bizi zorla o Çelik Levhalara geri götürmeye mahkûm etmezdiniz. Bırakın bizi bu zavallı hayatta yaşayalım.”

“Hayır, kanunlar herkes için vardır. Siz düzeni bozuyorsunuz ve cezanızı çekmek zorundasınız. Bu yüzden derhal teslim olun. Size bir şans verdiğim için bile özgür olduğunuzu düşünmelisiniz.”

Volkan karşısındakini ikna edemeyeceği şüphesine kapıldığı için, içinde yükselen öfkeyi kontrol altına alamıyordu. Geriye döndü ve babasına baktı. Bu bakışın anlamı, tarihin her sayfasında aynı ifadeyi temsil ediyordu. Bu yardım çağrısıydı. Babası, oğlunun gözlerindeki çaresizliği görmüştü ama ona güvendiğini, asla pes etmemesi gerektiğini anlaması için, bu yardıma cevap vermeyecekti.

Volkan bu sefer annesine baktı. Kadın tuhaf bir şekilde mutluydu. Yüzü gülüyor, oğluna olan gururu her şeyin üzerini örtüyordu.

“Asker, artık bir karar vermelisin.”

Volkan, Siyah Kolluğa döndü. Bakışlarında her zamankinden daha derin bir katılık vardı. “Kararımız zaten verilmişti. Teslim olmayacağız.”

Siyah kolluk başını öne eğdi ve bir süre düşündü. Aklından geçenlerin ne olduğu belli değildi muhakkak ama bu kadar beklemesinin kendiyle çelişmesiyle bir alakası olduğu kesindi.

“Bak asker. Sana son kez sormadan önce, vereceğin kararın yükünü kaldırabilecek misin diye merak ediyorum? Eğer teslim olmazsan, bunca insanın ölümüne sen sebep olacaksın. Tekrarlıyorum sen sebep olacaksın. Bunu kaldırabilecek misin?”

“Ben doğru olanı yapıyorum.” Volkan ayağının altındaki çimenin sarardığını hissetti. “Size doğrultacağımız bir okumuz bile yok çünkü buna ihtiyacımız da yok.”

“Peki, sen bilirsin.” Siyah Kolluk lideri kolundaki çelik bilekliğe dokundu. Bir süre orada bir şeyler okudu. Daha sonra, ardında bekleyen askerlerine döndü ve başıyla onayladı. Askerler hemen harekete geçip, 1441 Kırmızının yanına doğru yürümeye başladılar.

Volkan her şeyin bittiğini anladı. Kalbindeki son umutta tükenmişti. Şimdi çaresizce çırpınmaktan başka hiçbir şey yapamazdı. Annesini ve babasını düşündü. Az sonra hepsi ölecek miydi yani? Bunu gerçekten kaldırabilir miydi? Kendine inanan onca insana ne olacaktı yani. Ona güvenmişlerdi ve bu güven boşa çıkmıştı. Az sonra her şey sona erecekti.

Kalbi ve aklı yanmaya başladı.

“Durun!”

Siyah kolluk derhal elini kaldırarak askerlerini durdurdu. Yüzünde, bu çabuk zaferin mükafatı olarak bir gülümseyiş vardı.

“Durun.” Tükenmişçesine tekrarladı Volkan.

“Teslim olmak en akıllı yoldur asker.”

Volkan yutkundu. Terliyor ve sarsılıyordu. Düşünemiyordu. Şu an elinde bir silah olsa hemen canına kıyabilir ve bundan sonra olacaklardan kurtulabilirdi. Geride bıraktığı ailesini bile düşünmezdi, bundan kaçmanın tek yolu buydu.

“Teslim olmayacağız.”

Siyah kolluk öfkelendi. Hemen askerlerine döndü.

“Durun!” diye tekrar bağırdı Volkan.

--------------*---------------------*--------------------*-----------------

Yöneticinin cam masasının üzerinde tek bir görüntü vardı. Siyah Kolluk lideriyle, kaçak Kırmızı Kolluk askerinin konuşması. Yönetici öfkeliydi ama duyguları hızla yer değiştiriyordu. Eğer isteseydi tek bir emirle şimdiye kadar bu konuşmayı sonlandırabilirdi, üstelik istediği sonu belirleme lüksüne sahipti. Ama bunu yapmayacaktı. Tüm olanı çıplak gerçekliğiyle görecek ve belki ilk kez sonunu bilmediği bir senaryoyu izleyecekti.

Normalde bu görüntülere tahammül etmesi, yaratılışına aykırıydı.

Cam masanın üzerindeki görüntünün sol alt tarafında bir sayaç kırmızıya dönüştü. Yönetici o sayaca dokunarak büyüttü. Rakamların üzerinde değişiklik yaparak sayacı tekrar yeşile döndürdü ve küçülttü. Siyah Kolluğa biraz daha süre vermek istiyordu.

Sonuç her ne olursa olsun, bu işten keyif alıyordu. Biraz daha uzun sürmesi için bir şeyler yapmalı mıydı? Bunu istiyordu.

------------*--------------*--------------*-------------------------*-----------

Volkan, Siyah Kolluğun harekete geçmemesinden dolayı biraz olsun zaman kazanmıştı ama aklında hiçbir çözüm oluşmuyordu.

Siyah lider, eski askere tekrar baktı “artık teslim olmanın doğru olacağını anladın değil mi?” dedi

“Size bir soru soracağım.”

“Bak asker, ben sana yeterli şansı verdim. Sen hala beni oyalıyorsun. Zamanım dolmak üzere.”

“Tamam. Bana beş dakika verin, ben de kendi insanlarımla konuşayım. Daha sonra kararımı vereceğim.”

“Olmaz.” Siyah Kolluğun sesi sert çıkmamıştı. Zaferinin tadını çıkarmaya çalıştığını gizliyordu.

“Neden?”

“Hani kararınız belliydi.”

Volkan kaşlarını çattı. “Kararımız değişmeyecek zaten, bana beş dakika verirseniz vedalaşmak istiyorum.”

Siyah Kolluk haince gülmeye başladı. “Peki, sana beş dakika veriyorum.” Sanki yaptığı lütfun farkına varması için, karşısındakini uyarıyormuş gibi elini salladı.

Volkan gözlerini yumdu ve kendini kontrol etmeye çalışarak geriye döndü. Babasının yanına doğru yürümeye başladı.

Siyah Kolluk, çelik bilekliğine gerekli komutları girdi ve tüm askerleri alana çağırdı.

------------*----------------*--------------*-----------------*-------------

Yemyeşil ilkel dünya, askerlerle dolmuştu artık. Eski savaş sahnelerine benzemeyen bir görüntü vardı. Bir tarafta son teknolojiyle giydirilmiş askerler, diğer tarafta ilkel yaşam koşullarındaki insanlar. Birazdan kısa süren bir yaylım ateşi çıkacak ve yaklaşık kırk beş kişilik, ilkelliği seçmiş eski Çelik Levha mahkûmu ölecekti.

Bu savaş hiç adil değil.

Zaten yaşam hiç adil değil. İster medeniyet denilen şeytanın mahkûmu olun, ister ilkelliği seçmiş zavallılar olun, savaşı güçlü olan kazanır.

Akıllı olmak veya özgür olmak bu durumda hiçbir işe yaramaz.

------------*------------------*----------------*--------------------*---------

Volkan babasının yanına gelerek “baba, ne yapacağımı bilmiyorum” dedi.

Babası oğluna sarılarak “sakın yenilme” dedi.

Volkan ağlamak üzereydi ama bundan vazgeçti. “Yenilmek istemiyorum ama kimsenin ölmesini de istemiyorum.”

“Eğer özgürlüğümüzü onlara geri verirsek, yenilmiş oluruz zaten.”

Annesinin güleç yüzü de belirdi yanlarında. “Oğlum, sen doğru olanı yaptın, bizi yarı yolda bırakma ve doğru olanı yapmaya devam et.”

Volkan etrafına baktı. Tüm ilkel insanlar ona bakıyordu ve mutlu bir şekilde onu alkışlıyorlardı. Volkan kalbinin acıdığını hissetti.

“Başaracağımı zannediyordum anne.”

“Başardın zaten oğlum.”

“Nasıl başardım anne? Görmüyor musun, eğer teslim olmazsak hepimiz öldürecekler ve bunun tek sorumlusu benim.”

“Eğer böyle düşünüyorsan kaybediyorsun demektir” dedi babası. “Bizi bu özgür dünyaya getiren birinin, böyle davranmaması gerek. Git ve teslim olmayacağımızı söyle.”

“Ama baba, bizi öldürecekler.”

“Eğer bizi Çelik Levhalara götürürlerse öldürmüş olurlar. Ben oraya dönmek istemiyorum. Burada özgürce ölmek istiyorum.”

Annesi, oğlunun omzundan çekerek kendine çevirdi. “Duyuyor musun oğlum? Kalbinin sesini ben bile duyuyorum, sen neden duymuyorsun?”

“Ben özgürüm oğlum ve bedelini ödemekten korkmuyorum.”

Kalabalıktan tek tek sesler yükselmeye başladı. “Ben özgürüm.”

“Ben özgürüm.”

“Ben özgürüm.”

“Ben özgürüm.”

------------*--------------*-------------*------------*-------------

Yönetici yumruğunu hızla cam masanın üzerine vurdu. Öfkeden deliye dönmüştü. Küfürler savurarak, izlediği görüntünün altındaki sayacı büyüttü ve süreyi değiştirdi. Şimdi, kırmızıya dönen süre alarm veriyordu.

-----------*-------------*------------*------------*-----------*-----------

Siyah Kolluk az ilerdeki coşkuyu keyifle ve hasretle izliyordu. Emirleri yerine getirecek ve birazdan o insanların hepsini öldürecekti ama onları izlemek, onlardaki umudu görmek hoşuna gitmişti. Belki Çelik Levha kanunlarının katılığı olmasa bu sahneyi bir süre daha izleyebilirdi.

Kolundaki çelik bileklik alarm vermeye başlayınca korkuyla ona baktı. Süresi aniden kısalmıştı. Bunun anlamını biliyordu. Hemen harekete geçmeliydi. Askerlerine döndü ve elini havaya kaldırdı.

“Hazır!”

Artık elini indirdiği an, bütün bu karmaşaya bir son verecekti.

“Asker!” diye kükredi.

Volkan bu mesafeden bile Siyah Kolluğun ses tonundaki öfkeyi hissetti. Ailesine döndü “Sizi seviyorum. Daha özgür bir dünyada buluşmak umuduyla” diyerek yanlarından ayrıldı.

Siyah Kolluk, yanına yaklaşan Volkan’a öfkeyle bakıyordu. “Son cümleni söyle.”

“Ben özgürüm.”

Siyah lider kıpkırmızı olmuştu.

Elini indirdi.

-----------------*-------------*----------------*-----------*----------*-----------

Yönetici, bir kadın gibi sevinç çığlığı attı. Ağzından salyalar akarak, cam masasının üzerindeki görüntüyü izliyor ve zevkten inliyordu.

-------------*----------------*-------------*------------*--------------

Her şey bittiği an, dış dünyada bir sessizlik oldu.

Çok kolay kazanılmış bir savaşın bu kadar zevksiz olacağını düşünmemişti Siyah Kolluk. Artık evine bir kahraman olarak dönebilirdi.

Kırk beş tane cesedin toplanıp vakumlanması, onları öldürmekten daha uzun sürmüştü.

Kanunlar yerine getirildi.

Yemyeşil dış dünyaya artık çok uzun bir süre insan ayağı basmayacaktı.

Medeniyetin en büyük düşmanı olan ilkellik bir kez daha bozguna uğratıldı.


Medeniyetin ayakta kalması için özgürlüğün yok olması gerekir.

SON

Erol Çelik

 22 Ekim 2012

14 Ekim 2012 Pazar

İ.Ü. Fen Fakültesi Yazılı ve Görsel Sanatlar Kulübü - Erol Çelik Semineri.

19 Ekim 2012 Cuma
15:00
İstanbul Üniversitesi Fen Fakultesi Kurul Odası

Ünlü Gerilim Yazarı, Senarist, Kısa film yönetmeni, Oyuncu ve NTV Ses Operatörü Erol ÇELİK, kulübümüz aracılığıyla bilgilendirici bir seminer verecektir. Yazarın kısa filmlerinin de izlettirileceği seminerde tüm dinleyiciler, merak ettikleri tüm sorulara cevap bulacaklar... Sanata ve Edebiyata ilgi gösteren tüm ilgili arkadaşlarımızı bu etkilimizde görmekten mutluluk duyacağız... Not:Etkinliğin yeri duruma göre değişebilir... Öyle bir durumda sizi bilgilendireceğiz...




Gerilim edebiyatı ve kısa filmler üzerine güzel sohbetler edeceğimiz seminerimize bekliyorum.


.

4 Ekim 2012 Perşembe

ÇELİK LEVHALAR 2 (SEÇENEK) Öykü


Gölge e-Dergi Ağustos 2012 Öykü Özel Sayısında yayınlanan “Çelik Levhalar” isimli öykünün devamıdır.

Bu öykü Gölge e-Dergi 61. sayısında yayınlanmıştır.



Yaşlıca bir siyah kolluk hızlı adımlarla, çelik levhaların yönetildiği binada ilerliyordu. Muhakkak o diğerlerinden çok daha yaşlıydı ve hepsinden daha öfkeliydi. O, tecrübesiyle edindiği yetkilerini kullanmakta tereddüt etmeyecek bir katılıktaydı.
Yöneticisinin odasının kapısına geldi ve sağ kolundaki çelik bilekliği, kapının girişindeki güvenlik deliğine değdirdi. Üç kademeli cam kapının üzerinde yaşlı siyah kolluğun remi ve yetkileri belirdi. Cam kapı yeşil renge bürünür bürünmez açıldı ve içeri giriş izni almış oldu.
Yılda en az dört kere girdiği bu odadan korkardı hep. Sağ tarafta üç tane çelik levha vardı ve özel aydınlatmalarla ışıl ışıl tehditkâr bir şekilde odaya giren kişiyi karşılardı. Siyah kolluk istemsizce önce o levhalara baktı ve saygılı adımlarla yöneticisinin oturduğu tamamen camdan yapılma masasının başına doğru yürüdü. Odadaki tek cam eşya bu masaydı. Diğer her şey tamamen çelikti. Odanın sıcaklığı normalden en az beş derece daha soğuk olması ürkütücüydü.
Hiçbir insan yaşlı siyah kolluğun karşısında oturan yönetici kadar özgüvenli olamazdı. Bu kudret, karşısındaki insana saygıdan daha fazlasını emrediyordu. Ölümün bir canlıya ne kadar yakın olduğu gerçeği belki de ancak bu odada hayat buluyordu.
Yönetici herkesten yaşlı ve herkesten öfkeliymiş gibi bir yüz ifadesiyle siyah kolluğa bakarken, üzerindeki mavi üniformanın düğmesiyle oynuyordu. Siyah kolluk cam masanın tam önünde durdu ve başıyla saygılı bir selam vererek konuşması için izin bekledi.
Yöneticinin cam masasının üzerinde birçok hologram video oynuyordu ve bunların hepsi birkaç saat önce kaçan kadın ve ona yardım eden kırmızı kollukla ilgiliydi. Videoların yanlarında semboller ve garip fontlarda yazılar dönüyordu.
“Bu ilk değilmiş anlaşılan. Ben böylesine bir güvenlik açığının varlığından nasıl haberdar olmam? Bunu nasıl açıklayacaksın?” yönetici başını videodan kaldırmadan sakince konuşmuştu ama odadaki tüm çelikler şahittir ki, adamın kalbindeki öfke tüm dünyanın çeliğini eritecek sıcaklıktaydı.
Siyah kolluk konuşmadı.
“Üstelik benim yönettiğim bir tesiste bunların olması ne kadar kabul edilebilir?”
Siyah kolluk hala konuşmuyordu.
“Görülüyor ki, bu işi beceremiyorsun. Eğer birkaç saniye içinde bana mantıklı bir açıklama yapmazsan, şu ortadaki en sevdiğim çelik levha seni bekliyor olacak.” Eliyle girişteki çelik levhaları işaret etti. “Şimdi kısa ve öz konuş.”
“Bana yirmi dört saat verin efendim. Yerlerini biliyorum. Hepsini size getirmek için bizzat emirlerinizi bekliyorum. Daha sonra bu hatamın cezasını ödemeye hazırım.”
“Elbette ödeyeceksin.”
Yönetici önündeki videolara bakmayı sürdürdü. Odada hiçbir ses yoktu. Sadece soğuk solukların heyecan boyutları duyuluyordu.
“Sana istediğin süreyi vereceğim ama” yönetici önündeki cam masanın üzerindeki düğmelere hızla basarak bir şeyler yapmaya başladı. “Sen daha önce dış dünyaya çıktın mı?”
“Asla efendim.”
“Ben çıktım. Çok tehlikelidir.”
“Merak etmeyin ef…”
“Sözümü kesme!” yönetici kükredi. “Sana oranın tehlikeli olduğunu söylüyorum ve bilekliğine gereken yetkileri yüklediğim andan itibaren ölüm fermanını da imzalamış oldum. Eğer yirmi üç saat elli dakika sonra bu odaya o insanlarla girmezsen, seni öldürmeden önce torununu, gözlerinin önünde çelik levhalarda öldürürüm.”
Siyah kolluğun yüzü, üniformasından daha kararmıştı.
“Şimdi git ve geri gel.”
Yönetici son iki kelimenin üzerine tüm vücuduyla vurgu yapmış gibiydi.
“Geri gel!”
------*------
“Her şey bu kadar mükemmel olamaz ki oğlum” kadın oğluna sevgiyle gülümserken içindeki özlemin tadını çıkartıyordu. Oysa sorusundaki gerçek, endişesinin boyutunu vurgulamıştı.
“Mükemmel değil elbette. Bazı bedeller ödeyeceğiz anne. Sen bunları dert etme.” Üzerindeki kırmızı kolluk üniformasından arınmış gencin bakışları yemyeşil tabiatın üzerinde kederle dolaştı.
“Nasıl dert etmeyeyim oğlum?” ‘oğlum’ kelimesini vurgulu ve keyifli söylüyordu. O kadar ki, bu kelime ağzından çıktığı an aklında yüzlerce güzel düşünce dolanıyordu. “Peşimizi bırakırlar mı zannediyorsun?”
Ana oğul birlikte mis gibi kokan bir ormanın içinde yürüyüşe çıkmışlardı.
“Anne, her şey düşünüldü ve biz hazırız.”
“Neye hazırsınız?”
“Savaşmaya ama korkma bu bildiğin savaş değil. Biz silahlarla savaşmayacağız” genç durdu ve annesinin de durmasını işaret etti. “Şöyle etrafına bir bak anne. Hiçbir çelik görebiliyor musun? Hiç üniforma görebiliyor musun? Biz hayatı tekrar ilkel olarak yaşamayı kabul ettik ve soyutlandık. Bizim silahımız bu.”
Anne hiçbir şey anlayamamıştı doğal olarak. “Bu nasıl silah olabilir oğlum?”
Tekrar yürümeye başladıklarında, genç gülümseyerek annesinin boynuna kolunu sardı. “Sen bunları dert etme. Bu akşam siyah bir kolluk buraya gelecek ve bizi yakalamak için saldıracak.”
Kadın çığlığı bastı.
“Gördün mü? Bu tepki daha arınamadığın çağdaş yanının kalıntıları. Daha ilkel düşün.”
“Ne diyorsun oğlum sen? Biz siyah kolluklarla nasıl savaşacağız? Onlar anında bizi silerler.”
“O kadarda değil anne. Sen oğluna bir kez daha güven ve ilkelliğin tadını çıkar.”
Az ilerde bir dere göründü. Şırıltısı tüm dünyayı doldurmuş gibi, ana oğlun yüzlerindeki endişeyi silip süpürdü.
“Gel sana dereyi ve derenin etrafına kurduğumuz balık kapanlarını göstereyim.”
Kadın aklındaki karmaşanın üstesinden gelemiyordu ama yüreği mutlulukla atıyordu.
“Ben bu kadarını bile yaşadım ya, seni bir kez daha gördüm ya, gerisi umurumda değil.”
“Öyle konuşma anne. Burada mükemmel bir hayat kuracağız. Tabi bazı zorluklar yaşayacağız ama çelikten uzak olmamız yeterli.”
Derenin yanına vardıklarında gördüğü manzara karşısında kadının keyfi bir kez daha arttı. Derenin önüne tahtalardan mazgallar yapılmıştı ve balık yakalanıyordu. Üç dört kişi mazgalların etrafında yakalanan balıkları temizliyorlardı. Kadının gördüğü en dikkat çeken şey, herkesin yüzünün gülüyor olmasıydı.
“Ben bu kadar insanı buraya boş bir ümit için getirmedim anne. Akşam yanımda ol ve oğlunla gurur duy.”
“Ben seninle her zaman gurur duyuyorum.”
Genç gülümsedi ve balıkçıları selamlayarak onların yanına gitti.
----*----*----*-----*------*------*------*------*------*------**--------
   Yaşlı siyah kolluk bütün hazırlıklarını yapmıştı. Yüz otuz kişilik minik ordusuyla, kırmızı kolluğun kurduğu ilkel koloniye saldıracaktı. Onların silahsız olduklarını biliyordu ve bu görevi neredeyse tek başına yapabilecek durumdaydı ama bu küçük orduyu işini garantiye almak için götürüyordu.
Gerekli emirlerini verdi ve dış dünyaya adımını attı.
Ayaklarının altındaki yumuşak toprağı hissedince tahmininden çok şaşırdı. Arkasını döndü ve biraz önce çıktığı dev gibi çelik kapıya baktı. Kapı kapalıydı. Tuhaf bir dışlanmışlık hissetti. Şu an çok güçlüydü ve korkması için hiçbir sebep yoktu ama yöneticinin söylediği son söz aklında derin ve soğuk bir yara açmıştı.
“Geri gel!”
Neden gelmesin ki?
Siyah kolluk, ordusuna döndü. “Herkes aracına binsin. Biz önden gidiyoruz. Yarım saat sonra yerlerinizde olun ve benim emrimi bekleyin. Benim emrimin dışında bir ölüm gerçekleşirse, çelik levhalar sizi bekliyor olur.”
İki genç siyah kollukla birlikte hava aracına binen lider, diğer askerlerine baktı. Tüm askerler hayranlıkla etraflarına seyrediyorlardı. Canı sıkılmıştı ve yöneticinin ne anlatmaya çalıştığını anlamaya başlamıştı.
“Geri gel!”
‘Geri dönmeliyim’ diye düşündü.
----*----*-------*--------*----------*----------*-----------*--------*-------*-------
Terk edilmiş bir köyü andıran ilkel koloninin lideri olan eski kırmızı kolluklu genç, köyün girişinde hazır bir şekilde bekliyordu. Hemen ardında babası ve yakın akrabalarından oluşan bir heyet vardı. Diğerleri, gönüllü bir şekilde ilkel hayatı seçen kırmızı kolluk askerleriydi. Sayıları en fazla kırk beşti.
İlkel koloninin liderinin yüzü gülüyordu. Babasına döndü “asla endişelenmeyin ve bana güvenin” dedi. Hiç kimsenin güvenle ilgili bir sıkıntısı yoktu. Mutluydular ve bedelini ödemeye hazırdılar. Hiçbirinin üzerinde üniforma yoktu ve çelik levhaları andıracak eşya taşımıyorlardı.
Silahsızdılar.
Hava aracı az ilerideki düzlüğe indiğinde herkes dimdik bir şekilde olacakları bekledi.
Siyah kolluk araçtan indi. Koloni insanlarına şöyle bir baktıktan sonra, hiçbir tehdit görmeyince etrafı inceleyerek kalabalığa doğru yürüdü. Ardındaki tam silahlı iki siyah kollukta, tıpkı liderleri gibi etrafı inceliyordu. Derin bir soluk alarak havayı koklayan siyah lider, ilkel kolonin insanlarının yanına vardı.
“1441 kırmızı, sen ve bu kolonideki diğer tüm insanlar tutuklusunuz.”
“Benim ismim Volkan. Bana bu isimle seslenirseniz sevinirim.”
Siyah kolluk lideri cevap karşısında şaşırdı ve öfkelendi. Çelik levhaların olduğu dünyada, karşısındaki gencin lideriydi ve şu an emre itaatsizlik suçu işliyordu. “İsminin hiç önemi yok asker. İnsanlarını topla ve hazırlan.”
“Ne kadar güzel bir yer burası değil mi efendim?”
Yaşlı adam kaşlarını çattı ama istemsizce etrafına bakınma gafletinde bulundu. Yanındaki silahlı askerler zaten öyle yapıyorlardı.
“Lütfen etrafınıza bakının ve ilkelliğin kokusunu hissedin. Bunun için hiçbir bedel ödemenize gerek yok. Özgürsünüz.” Volkan gülümseyerek, insanın duygularını okşayıcı bir tonda konuşmuştu.
“Bu kadar yeter” siyah lider bir adım daha yaklaştı. “Sana bir emir verdim asker, uy ya da öl.”
“Burada hiç kimse emir almaz efendim.” Volkan geriye dönerek mutlu insanları gösterdi. “Buradaki insanların seçenekleri var.”
“Asker!” Yaşlı lider öfkelenmişti.
“Eğer isteseydiniz bize direk saldırabilirdiniz, bilekliğinizdeki emir de bu yöndedir zaten ama ben de size bir seçenek sunmak istiyorum.”
“Senin hiçbir şey sunmaya yetkin yok.”
“Hayır efendim var. Siz, bu seçeneği duymak istiyorsunuz. Burada herkesin bir seçeneği var. Ömrünüzde ilk kez bir seçenek sunulacak size, lütfen dinleyin. Hiçbir şey kaybetmezsiniz.”
Siyah lider durakladı. Gerçekten seçeneği duymak istiyordu. Fakat her hücresine işlemiş çelik levhalar kanunu bunu kabul etmiyordu.
“Lütfen seçeneğimi dinlemeyi kabul edin.”
Silahlı siyah kolluklar çoktan o seçeneği dinlemek için hazırdılar.
“Senin seçeneğini dinlemek istemiyorum. Derhal teslim olun, yoksa…”
“Efendim” Volkan karşısındakinin sözünü kesmekte hiçbir sakınca görmedi. Yüzü hala sevecen bir edayla gülümsüyordu. “Buradaki herkes kaderine razı. Size teslim olup çelik levhalarda ölmektense, burada özgürce ölmeye hazır. Ama siz, benim size sunacağım seçeneği dinlemezseniz, pişman olacaksınız.”
“Beni tehdit mi ediyorsun?”
“Hayır efendim ama tavsiye ediyorum.”
Diğer siyah kollukların söz hakkı olsa, kesinlikle seçeneği öğrenmek istediklerini belli eden bir yüz ifadeleri vardı. Zaten liderleri de bunu öğrenmek istiyordu. Yaşlı adam bir süre kendiyle savaşıyormuş gibi bekledi. Sağ kolundaki bilekliğe baktı.
“Bizi geri götürmenize yetecek zaman var daha efendim. Sadece bu kadar cesedi taşımanız için diğer askerlerinizi buraya çağırmanız gerekecek. Ama seçeneği dinlemelisiniz.”
Tecrübe acı bir ifadeyle ezilince, yaşlı bir yüzde bu denli karanlık bir iz bırakıyordu. Yardım istercesine geriye dönerek silahlı askerlerine baktı. Onların yüzündeki merakı görünce kararını vermişti.
“Peki, seçeneğini sun ama kısa ve öz olsun.”
Çelik levha ordusu konuşlandıkları yerlerde tüm konuşmayı dinliyorlardı. Hepsinin silahları kırk beş kişilik ilkel koloni insanına dönüktü ama tüm askerleri kalbinde bir arzu oluşmuştu. Bu arzuyu kendilerine bile söyleyemezlerdi fakat duymak için can atıyorlardı.
Volkan’ın annesi gururla oğluna bakıyordu. Hayatı artık bir anlam kazanmıştı. Özgürce ölmek bu kadar mı lezzetli olabilirdi. Kocasına dönerek onun bakışlarındaki gururu da görünce artık kalbi, bu kolonide ilk gözünü açtığında gördüğü kelebek gibi kanat çırpmaya başlamıştı.
Dış dünyada hayat kısa bir an durdu.
Volkan ellerini, üzerindeki özgür kıyafetlerine sildi ve siyah kolluk liderine, ömrünün en şefkatli ses tonuyla teklifini sundu.
“Bizimle kalın.”
İlkel hayat tekrar canlandı. Dere tekrar akmaya başladı. Özgür insanların yüzleri daha bir mutluydu artık. Kaderleri her ne olursa olsun, bu seçenek onları onurlandırdı.
“Bizimle kalın.”






Devam edecek.
Erol Çelik
13.Eylül.2012


.