16 Aralık 2012 Pazar

Gelecek! - Kısa Film / Future! - Short Film


                                      

GELECEK!  |  KISA FİLM  | 2012 |  (4:22)

          Bu filmde anlatılan gelecek pek uzak değil. Teknolojinin hayatımıza girmesi ne kadar hızlı olduysa, bir o kadar da bizi tutsak etti.
          Distopik bir tatla, insanı rahatsız eden bir geleceğin anlatıldığı bu filmdeki dramatik aile yapısının kırıntılarını, günümüzde de hissetmekteyiz. 
          El yapımı gözlükler, kolay beslenme, her ailenin ve her bireyin numaralarla fişlenmesi ve insanın teknolojiyle mahvedilmesini anlatan “Gelecek!” isimli kısa filmin ana teması “yalnızlaşma” üzerine kurulmuştur. 

Yazan Ve Yöneten - Writter And Directed by: Erol Çelik
Görüntü Yönetmeni - Director Of Photography: Cumhur Kurucu
Işık - Lights : Aykut Yangın
Sanat Yönetmeni - Art Director: Ali Argun
Müzik - Music Composer: Koray Başaran
Grafik - Graphics: Ali Argun - Tuncay Kudu

Oyuncular - Cast
Cansu Ersoy
Cumhur Kurucu
Volkan Çelik
Kirman Çelik
Mehmet Akyıldız
Can Yılmaz

Her insanın gelecek hakkında bir tahmini vardır.
Bu kısa film, gelecek hakkında karanlık bir tahminde bulunuyor.
Filmi izledikten sonra etrafınıza bir bakın,
gerçekten teknoloji bizi nereye götürüyor, dikkat edin.


FİLMİ BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ





7 Kasım 2012 Çarşamba

ÇELİK LEVHALAR ( 3 ) ( BEN ÖZGÜRÜM ) Son Bölüm


1. Bölüm: Gölge e-Dergi Ağustos 2012 Öykü Özel sayısında yayınlanmıştır.
2. Bölüm: Gölge e-Dergi 61. Sayıda yayınlanmıştır.
3. Bölüm: Gölge e-Dergi 62. Sayıda yayınlanmıştır.


ÇELİK LEVHALAR ( 3 ) 

( BEN ÖZGÜRÜM ) 

“Sizinle kalmamızı ne cüretle istersin?”

“Bakın efendim, hayal gücümüzü bile onlar belirlerken bize nasıl yaşayacağımızın seçim hakkı kalıyor mu?” Eski Kırmızı Kolluk, bütün zekâsıyla açıklamaya başladığı yeni dünyasının güzelliğini vurgulamak için, mutlu bir yüz ifadesi takınmıştı. “Önümüze sunulan iki seçeneğin her biri, zaten onların istediği gibi değil mi? Ya Çelik Levhalarda acı çekerek diyet ödeyeceksin, ya da infazını isteyip daha erken öleceksin.

Ben ve arkadaşlarım buna bir son vermenin yolunu bulduk. İlkel yaşam.
İlkellik kulağa kötü gelse de, çok iyi bir başlangıç. Her şeye baştan başlamak ve her şeyi kendi kontrolün altında yapmak bizim seçeneğimiz. Artık yeni bir savaş içindeyiz. Bu savaş sizinle ya da Çelik Levhalarla ilgili değil, bu yaşama mücadelesiyle ilgili. Bu mücadelede bize katılın.”

Siyah Kolluk lideri, karşısındaki gencin bu denli özgüvenli konuşabileceğini tahmin edemezdi. Aklında acı verici bir savaş başlamıştı. Oysa katı bir tecrübeye sahipti, hiçbir şey onu ikna edemezdi. Karşı çıkamadığı bazı güdüleri ona el kaldırıyordu. Derhal bu güdülerden kurtulmalı ve bu saçmalığa bir son vermeliydi.

“Çelik Levha kanunlarının bana verdiği yetkiyle hemen teslim olmanızı emrediyorum!” Siyah Kolluk lideri öfkeyle gürledi.

“Efendim eğer bizimle kalırsanız…”

“Sizinle kalmayacağız, bunu düşünmenin ve teklif etmenin ne kadar akıldışı olduğunu anlamış olmalıydın.”

İlkel koloninin lideri olan eski Kırmızı Kolluk, şaşırmıştı. Karşısındakini en azından kendini dinlemeye ikna edebileceğini düşünüyordu. “Bakın efendim, bu bizim için vazgeçilmez bir durum. Teslim olmayacağımızı söylemiştim.”

“Eğer teslim olmazsanız, hepiniz öleceksiniz.”

“Biz buna razıyız efendim ama siz bu şansı tepmeye razı mısınız?”

“Kes sesini, sana yeterince zaman verdim. Şimdi karşıma geçmiş ilkel ve zavallı yaşamınıza katılmamızı bekliyorsun.”

“İlkel olabilir ama zavallı değiliz efendim. Bizler özgürüz.” Volkan bir an ümitlenmişti.

“Özgürlük dediğin ilkellik mi yani? Milyarlarca insan yanlış biliyor ama siz doğrusunu mu biliyorsunuz? Bu zavallı ve hastalıklı bir düşünce.”

“Hayır efendim. Biz Çelik Levhalarda sömürülmek istemiyoruz.”

“O Çelik Levhalar sayesinde karnınız doyuyor ve barınak sahibi oluyorsunuz.”

“Ama özgür değiliz.” 1441 Kırmızının ses tonu yenilgiyi kabullenmek istemediği için sertleşmişti.

“Özgürlük dediğin zavallı bir şekilde yaşamak mı yani?”

“Bakın efendim, eğer özgür olsaydık, şu anda bizi zorla o Çelik Levhalara geri götürmeye mahkûm etmezdiniz. Bırakın bizi bu zavallı hayatta yaşayalım.”

“Hayır, kanunlar herkes için vardır. Siz düzeni bozuyorsunuz ve cezanızı çekmek zorundasınız. Bu yüzden derhal teslim olun. Size bir şans verdiğim için bile özgür olduğunuzu düşünmelisiniz.”

Volkan karşısındakini ikna edemeyeceği şüphesine kapıldığı için, içinde yükselen öfkeyi kontrol altına alamıyordu. Geriye döndü ve babasına baktı. Bu bakışın anlamı, tarihin her sayfasında aynı ifadeyi temsil ediyordu. Bu yardım çağrısıydı. Babası, oğlunun gözlerindeki çaresizliği görmüştü ama ona güvendiğini, asla pes etmemesi gerektiğini anlaması için, bu yardıma cevap vermeyecekti.

Volkan bu sefer annesine baktı. Kadın tuhaf bir şekilde mutluydu. Yüzü gülüyor, oğluna olan gururu her şeyin üzerini örtüyordu.

“Asker, artık bir karar vermelisin.”

Volkan, Siyah Kolluğa döndü. Bakışlarında her zamankinden daha derin bir katılık vardı. “Kararımız zaten verilmişti. Teslim olmayacağız.”

Siyah kolluk başını öne eğdi ve bir süre düşündü. Aklından geçenlerin ne olduğu belli değildi muhakkak ama bu kadar beklemesinin kendiyle çelişmesiyle bir alakası olduğu kesindi.

“Bak asker. Sana son kez sormadan önce, vereceğin kararın yükünü kaldırabilecek misin diye merak ediyorum? Eğer teslim olmazsan, bunca insanın ölümüne sen sebep olacaksın. Tekrarlıyorum sen sebep olacaksın. Bunu kaldırabilecek misin?”

“Ben doğru olanı yapıyorum.” Volkan ayağının altındaki çimenin sarardığını hissetti. “Size doğrultacağımız bir okumuz bile yok çünkü buna ihtiyacımız da yok.”

“Peki, sen bilirsin.” Siyah Kolluk lideri kolundaki çelik bilekliğe dokundu. Bir süre orada bir şeyler okudu. Daha sonra, ardında bekleyen askerlerine döndü ve başıyla onayladı. Askerler hemen harekete geçip, 1441 Kırmızının yanına doğru yürümeye başladılar.

Volkan her şeyin bittiğini anladı. Kalbindeki son umutta tükenmişti. Şimdi çaresizce çırpınmaktan başka hiçbir şey yapamazdı. Annesini ve babasını düşündü. Az sonra hepsi ölecek miydi yani? Bunu gerçekten kaldırabilir miydi? Kendine inanan onca insana ne olacaktı yani. Ona güvenmişlerdi ve bu güven boşa çıkmıştı. Az sonra her şey sona erecekti.

Kalbi ve aklı yanmaya başladı.

“Durun!”

Siyah kolluk derhal elini kaldırarak askerlerini durdurdu. Yüzünde, bu çabuk zaferin mükafatı olarak bir gülümseyiş vardı.

“Durun.” Tükenmişçesine tekrarladı Volkan.

“Teslim olmak en akıllı yoldur asker.”

Volkan yutkundu. Terliyor ve sarsılıyordu. Düşünemiyordu. Şu an elinde bir silah olsa hemen canına kıyabilir ve bundan sonra olacaklardan kurtulabilirdi. Geride bıraktığı ailesini bile düşünmezdi, bundan kaçmanın tek yolu buydu.

“Teslim olmayacağız.”

Siyah kolluk öfkelendi. Hemen askerlerine döndü.

“Durun!” diye tekrar bağırdı Volkan.

--------------*---------------------*--------------------*-----------------

Yöneticinin cam masasının üzerinde tek bir görüntü vardı. Siyah Kolluk lideriyle, kaçak Kırmızı Kolluk askerinin konuşması. Yönetici öfkeliydi ama duyguları hızla yer değiştiriyordu. Eğer isteseydi tek bir emirle şimdiye kadar bu konuşmayı sonlandırabilirdi, üstelik istediği sonu belirleme lüksüne sahipti. Ama bunu yapmayacaktı. Tüm olanı çıplak gerçekliğiyle görecek ve belki ilk kez sonunu bilmediği bir senaryoyu izleyecekti.

Normalde bu görüntülere tahammül etmesi, yaratılışına aykırıydı.

Cam masanın üzerindeki görüntünün sol alt tarafında bir sayaç kırmızıya dönüştü. Yönetici o sayaca dokunarak büyüttü. Rakamların üzerinde değişiklik yaparak sayacı tekrar yeşile döndürdü ve küçülttü. Siyah Kolluğa biraz daha süre vermek istiyordu.

Sonuç her ne olursa olsun, bu işten keyif alıyordu. Biraz daha uzun sürmesi için bir şeyler yapmalı mıydı? Bunu istiyordu.

------------*--------------*--------------*-------------------------*-----------

Volkan, Siyah Kolluğun harekete geçmemesinden dolayı biraz olsun zaman kazanmıştı ama aklında hiçbir çözüm oluşmuyordu.

Siyah lider, eski askere tekrar baktı “artık teslim olmanın doğru olacağını anladın değil mi?” dedi

“Size bir soru soracağım.”

“Bak asker, ben sana yeterli şansı verdim. Sen hala beni oyalıyorsun. Zamanım dolmak üzere.”

“Tamam. Bana beş dakika verin, ben de kendi insanlarımla konuşayım. Daha sonra kararımı vereceğim.”

“Olmaz.” Siyah Kolluğun sesi sert çıkmamıştı. Zaferinin tadını çıkarmaya çalıştığını gizliyordu.

“Neden?”

“Hani kararınız belliydi.”

Volkan kaşlarını çattı. “Kararımız değişmeyecek zaten, bana beş dakika verirseniz vedalaşmak istiyorum.”

Siyah Kolluk haince gülmeye başladı. “Peki, sana beş dakika veriyorum.” Sanki yaptığı lütfun farkına varması için, karşısındakini uyarıyormuş gibi elini salladı.

Volkan gözlerini yumdu ve kendini kontrol etmeye çalışarak geriye döndü. Babasının yanına doğru yürümeye başladı.

Siyah Kolluk, çelik bilekliğine gerekli komutları girdi ve tüm askerleri alana çağırdı.

------------*----------------*--------------*-----------------*-------------

Yemyeşil ilkel dünya, askerlerle dolmuştu artık. Eski savaş sahnelerine benzemeyen bir görüntü vardı. Bir tarafta son teknolojiyle giydirilmiş askerler, diğer tarafta ilkel yaşam koşullarındaki insanlar. Birazdan kısa süren bir yaylım ateşi çıkacak ve yaklaşık kırk beş kişilik, ilkelliği seçmiş eski Çelik Levha mahkûmu ölecekti.

Bu savaş hiç adil değil.

Zaten yaşam hiç adil değil. İster medeniyet denilen şeytanın mahkûmu olun, ister ilkelliği seçmiş zavallılar olun, savaşı güçlü olan kazanır.

Akıllı olmak veya özgür olmak bu durumda hiçbir işe yaramaz.

------------*------------------*----------------*--------------------*---------

Volkan babasının yanına gelerek “baba, ne yapacağımı bilmiyorum” dedi.

Babası oğluna sarılarak “sakın yenilme” dedi.

Volkan ağlamak üzereydi ama bundan vazgeçti. “Yenilmek istemiyorum ama kimsenin ölmesini de istemiyorum.”

“Eğer özgürlüğümüzü onlara geri verirsek, yenilmiş oluruz zaten.”

Annesinin güleç yüzü de belirdi yanlarında. “Oğlum, sen doğru olanı yaptın, bizi yarı yolda bırakma ve doğru olanı yapmaya devam et.”

Volkan etrafına baktı. Tüm ilkel insanlar ona bakıyordu ve mutlu bir şekilde onu alkışlıyorlardı. Volkan kalbinin acıdığını hissetti.

“Başaracağımı zannediyordum anne.”

“Başardın zaten oğlum.”

“Nasıl başardım anne? Görmüyor musun, eğer teslim olmazsak hepimiz öldürecekler ve bunun tek sorumlusu benim.”

“Eğer böyle düşünüyorsan kaybediyorsun demektir” dedi babası. “Bizi bu özgür dünyaya getiren birinin, böyle davranmaması gerek. Git ve teslim olmayacağımızı söyle.”

“Ama baba, bizi öldürecekler.”

“Eğer bizi Çelik Levhalara götürürlerse öldürmüş olurlar. Ben oraya dönmek istemiyorum. Burada özgürce ölmek istiyorum.”

Annesi, oğlunun omzundan çekerek kendine çevirdi. “Duyuyor musun oğlum? Kalbinin sesini ben bile duyuyorum, sen neden duymuyorsun?”

“Ben özgürüm oğlum ve bedelini ödemekten korkmuyorum.”

Kalabalıktan tek tek sesler yükselmeye başladı. “Ben özgürüm.”

“Ben özgürüm.”

“Ben özgürüm.”

“Ben özgürüm.”

------------*--------------*-------------*------------*-------------

Yönetici yumruğunu hızla cam masanın üzerine vurdu. Öfkeden deliye dönmüştü. Küfürler savurarak, izlediği görüntünün altındaki sayacı büyüttü ve süreyi değiştirdi. Şimdi, kırmızıya dönen süre alarm veriyordu.

-----------*-------------*------------*------------*-----------*-----------

Siyah Kolluk az ilerdeki coşkuyu keyifle ve hasretle izliyordu. Emirleri yerine getirecek ve birazdan o insanların hepsini öldürecekti ama onları izlemek, onlardaki umudu görmek hoşuna gitmişti. Belki Çelik Levha kanunlarının katılığı olmasa bu sahneyi bir süre daha izleyebilirdi.

Kolundaki çelik bileklik alarm vermeye başlayınca korkuyla ona baktı. Süresi aniden kısalmıştı. Bunun anlamını biliyordu. Hemen harekete geçmeliydi. Askerlerine döndü ve elini havaya kaldırdı.

“Hazır!”

Artık elini indirdiği an, bütün bu karmaşaya bir son verecekti.

“Asker!” diye kükredi.

Volkan bu mesafeden bile Siyah Kolluğun ses tonundaki öfkeyi hissetti. Ailesine döndü “Sizi seviyorum. Daha özgür bir dünyada buluşmak umuduyla” diyerek yanlarından ayrıldı.

Siyah Kolluk, yanına yaklaşan Volkan’a öfkeyle bakıyordu. “Son cümleni söyle.”

“Ben özgürüm.”

Siyah lider kıpkırmızı olmuştu.

Elini indirdi.

-----------------*-------------*----------------*-----------*----------*-----------

Yönetici, bir kadın gibi sevinç çığlığı attı. Ağzından salyalar akarak, cam masasının üzerindeki görüntüyü izliyor ve zevkten inliyordu.

-------------*----------------*-------------*------------*--------------

Her şey bittiği an, dış dünyada bir sessizlik oldu.

Çok kolay kazanılmış bir savaşın bu kadar zevksiz olacağını düşünmemişti Siyah Kolluk. Artık evine bir kahraman olarak dönebilirdi.

Kırk beş tane cesedin toplanıp vakumlanması, onları öldürmekten daha uzun sürmüştü.

Kanunlar yerine getirildi.

Yemyeşil dış dünyaya artık çok uzun bir süre insan ayağı basmayacaktı.

Medeniyetin en büyük düşmanı olan ilkellik bir kez daha bozguna uğratıldı.


Medeniyetin ayakta kalması için özgürlüğün yok olması gerekir.

SON

Erol Çelik

 22 Ekim 2012

14 Ekim 2012 Pazar

İ.Ü. Fen Fakültesi Yazılı ve Görsel Sanatlar Kulübü - Erol Çelik Semineri.

19 Ekim 2012 Cuma
15:00
İstanbul Üniversitesi Fen Fakultesi Kurul Odası

Ünlü Gerilim Yazarı, Senarist, Kısa film yönetmeni, Oyuncu ve NTV Ses Operatörü Erol ÇELİK, kulübümüz aracılığıyla bilgilendirici bir seminer verecektir. Yazarın kısa filmlerinin de izlettirileceği seminerde tüm dinleyiciler, merak ettikleri tüm sorulara cevap bulacaklar... Sanata ve Edebiyata ilgi gösteren tüm ilgili arkadaşlarımızı bu etkilimizde görmekten mutluluk duyacağız... Not:Etkinliğin yeri duruma göre değişebilir... Öyle bir durumda sizi bilgilendireceğiz...




Gerilim edebiyatı ve kısa filmler üzerine güzel sohbetler edeceğimiz seminerimize bekliyorum.


.

4 Ekim 2012 Perşembe

ÇELİK LEVHALAR 2 (SEÇENEK) Öykü


Gölge e-Dergi Ağustos 2012 Öykü Özel Sayısında yayınlanan “Çelik Levhalar” isimli öykünün devamıdır.

Bu öykü Gölge e-Dergi 61. sayısında yayınlanmıştır.



Yaşlıca bir siyah kolluk hızlı adımlarla, çelik levhaların yönetildiği binada ilerliyordu. Muhakkak o diğerlerinden çok daha yaşlıydı ve hepsinden daha öfkeliydi. O, tecrübesiyle edindiği yetkilerini kullanmakta tereddüt etmeyecek bir katılıktaydı.
Yöneticisinin odasının kapısına geldi ve sağ kolundaki çelik bilekliği, kapının girişindeki güvenlik deliğine değdirdi. Üç kademeli cam kapının üzerinde yaşlı siyah kolluğun remi ve yetkileri belirdi. Cam kapı yeşil renge bürünür bürünmez açıldı ve içeri giriş izni almış oldu.
Yılda en az dört kere girdiği bu odadan korkardı hep. Sağ tarafta üç tane çelik levha vardı ve özel aydınlatmalarla ışıl ışıl tehditkâr bir şekilde odaya giren kişiyi karşılardı. Siyah kolluk istemsizce önce o levhalara baktı ve saygılı adımlarla yöneticisinin oturduğu tamamen camdan yapılma masasının başına doğru yürüdü. Odadaki tek cam eşya bu masaydı. Diğer her şey tamamen çelikti. Odanın sıcaklığı normalden en az beş derece daha soğuk olması ürkütücüydü.
Hiçbir insan yaşlı siyah kolluğun karşısında oturan yönetici kadar özgüvenli olamazdı. Bu kudret, karşısındaki insana saygıdan daha fazlasını emrediyordu. Ölümün bir canlıya ne kadar yakın olduğu gerçeği belki de ancak bu odada hayat buluyordu.
Yönetici herkesten yaşlı ve herkesten öfkeliymiş gibi bir yüz ifadesiyle siyah kolluğa bakarken, üzerindeki mavi üniformanın düğmesiyle oynuyordu. Siyah kolluk cam masanın tam önünde durdu ve başıyla saygılı bir selam vererek konuşması için izin bekledi.
Yöneticinin cam masasının üzerinde birçok hologram video oynuyordu ve bunların hepsi birkaç saat önce kaçan kadın ve ona yardım eden kırmızı kollukla ilgiliydi. Videoların yanlarında semboller ve garip fontlarda yazılar dönüyordu.
“Bu ilk değilmiş anlaşılan. Ben böylesine bir güvenlik açığının varlığından nasıl haberdar olmam? Bunu nasıl açıklayacaksın?” yönetici başını videodan kaldırmadan sakince konuşmuştu ama odadaki tüm çelikler şahittir ki, adamın kalbindeki öfke tüm dünyanın çeliğini eritecek sıcaklıktaydı.
Siyah kolluk konuşmadı.
“Üstelik benim yönettiğim bir tesiste bunların olması ne kadar kabul edilebilir?”
Siyah kolluk hala konuşmuyordu.
“Görülüyor ki, bu işi beceremiyorsun. Eğer birkaç saniye içinde bana mantıklı bir açıklama yapmazsan, şu ortadaki en sevdiğim çelik levha seni bekliyor olacak.” Eliyle girişteki çelik levhaları işaret etti. “Şimdi kısa ve öz konuş.”
“Bana yirmi dört saat verin efendim. Yerlerini biliyorum. Hepsini size getirmek için bizzat emirlerinizi bekliyorum. Daha sonra bu hatamın cezasını ödemeye hazırım.”
“Elbette ödeyeceksin.”
Yönetici önündeki videolara bakmayı sürdürdü. Odada hiçbir ses yoktu. Sadece soğuk solukların heyecan boyutları duyuluyordu.
“Sana istediğin süreyi vereceğim ama” yönetici önündeki cam masanın üzerindeki düğmelere hızla basarak bir şeyler yapmaya başladı. “Sen daha önce dış dünyaya çıktın mı?”
“Asla efendim.”
“Ben çıktım. Çok tehlikelidir.”
“Merak etmeyin ef…”
“Sözümü kesme!” yönetici kükredi. “Sana oranın tehlikeli olduğunu söylüyorum ve bilekliğine gereken yetkileri yüklediğim andan itibaren ölüm fermanını da imzalamış oldum. Eğer yirmi üç saat elli dakika sonra bu odaya o insanlarla girmezsen, seni öldürmeden önce torununu, gözlerinin önünde çelik levhalarda öldürürüm.”
Siyah kolluğun yüzü, üniformasından daha kararmıştı.
“Şimdi git ve geri gel.”
Yönetici son iki kelimenin üzerine tüm vücuduyla vurgu yapmış gibiydi.
“Geri gel!”
------*------
“Her şey bu kadar mükemmel olamaz ki oğlum” kadın oğluna sevgiyle gülümserken içindeki özlemin tadını çıkartıyordu. Oysa sorusundaki gerçek, endişesinin boyutunu vurgulamıştı.
“Mükemmel değil elbette. Bazı bedeller ödeyeceğiz anne. Sen bunları dert etme.” Üzerindeki kırmızı kolluk üniformasından arınmış gencin bakışları yemyeşil tabiatın üzerinde kederle dolaştı.
“Nasıl dert etmeyeyim oğlum?” ‘oğlum’ kelimesini vurgulu ve keyifli söylüyordu. O kadar ki, bu kelime ağzından çıktığı an aklında yüzlerce güzel düşünce dolanıyordu. “Peşimizi bırakırlar mı zannediyorsun?”
Ana oğul birlikte mis gibi kokan bir ormanın içinde yürüyüşe çıkmışlardı.
“Anne, her şey düşünüldü ve biz hazırız.”
“Neye hazırsınız?”
“Savaşmaya ama korkma bu bildiğin savaş değil. Biz silahlarla savaşmayacağız” genç durdu ve annesinin de durmasını işaret etti. “Şöyle etrafına bir bak anne. Hiçbir çelik görebiliyor musun? Hiç üniforma görebiliyor musun? Biz hayatı tekrar ilkel olarak yaşamayı kabul ettik ve soyutlandık. Bizim silahımız bu.”
Anne hiçbir şey anlayamamıştı doğal olarak. “Bu nasıl silah olabilir oğlum?”
Tekrar yürümeye başladıklarında, genç gülümseyerek annesinin boynuna kolunu sardı. “Sen bunları dert etme. Bu akşam siyah bir kolluk buraya gelecek ve bizi yakalamak için saldıracak.”
Kadın çığlığı bastı.
“Gördün mü? Bu tepki daha arınamadığın çağdaş yanının kalıntıları. Daha ilkel düşün.”
“Ne diyorsun oğlum sen? Biz siyah kolluklarla nasıl savaşacağız? Onlar anında bizi silerler.”
“O kadarda değil anne. Sen oğluna bir kez daha güven ve ilkelliğin tadını çıkar.”
Az ilerde bir dere göründü. Şırıltısı tüm dünyayı doldurmuş gibi, ana oğlun yüzlerindeki endişeyi silip süpürdü.
“Gel sana dereyi ve derenin etrafına kurduğumuz balık kapanlarını göstereyim.”
Kadın aklındaki karmaşanın üstesinden gelemiyordu ama yüreği mutlulukla atıyordu.
“Ben bu kadarını bile yaşadım ya, seni bir kez daha gördüm ya, gerisi umurumda değil.”
“Öyle konuşma anne. Burada mükemmel bir hayat kuracağız. Tabi bazı zorluklar yaşayacağız ama çelikten uzak olmamız yeterli.”
Derenin yanına vardıklarında gördüğü manzara karşısında kadının keyfi bir kez daha arttı. Derenin önüne tahtalardan mazgallar yapılmıştı ve balık yakalanıyordu. Üç dört kişi mazgalların etrafında yakalanan balıkları temizliyorlardı. Kadının gördüğü en dikkat çeken şey, herkesin yüzünün gülüyor olmasıydı.
“Ben bu kadar insanı buraya boş bir ümit için getirmedim anne. Akşam yanımda ol ve oğlunla gurur duy.”
“Ben seninle her zaman gurur duyuyorum.”
Genç gülümsedi ve balıkçıları selamlayarak onların yanına gitti.
----*----*----*-----*------*------*------*------*------*------**--------
   Yaşlı siyah kolluk bütün hazırlıklarını yapmıştı. Yüz otuz kişilik minik ordusuyla, kırmızı kolluğun kurduğu ilkel koloniye saldıracaktı. Onların silahsız olduklarını biliyordu ve bu görevi neredeyse tek başına yapabilecek durumdaydı ama bu küçük orduyu işini garantiye almak için götürüyordu.
Gerekli emirlerini verdi ve dış dünyaya adımını attı.
Ayaklarının altındaki yumuşak toprağı hissedince tahmininden çok şaşırdı. Arkasını döndü ve biraz önce çıktığı dev gibi çelik kapıya baktı. Kapı kapalıydı. Tuhaf bir dışlanmışlık hissetti. Şu an çok güçlüydü ve korkması için hiçbir sebep yoktu ama yöneticinin söylediği son söz aklında derin ve soğuk bir yara açmıştı.
“Geri gel!”
Neden gelmesin ki?
Siyah kolluk, ordusuna döndü. “Herkes aracına binsin. Biz önden gidiyoruz. Yarım saat sonra yerlerinizde olun ve benim emrimi bekleyin. Benim emrimin dışında bir ölüm gerçekleşirse, çelik levhalar sizi bekliyor olur.”
İki genç siyah kollukla birlikte hava aracına binen lider, diğer askerlerine baktı. Tüm askerler hayranlıkla etraflarına seyrediyorlardı. Canı sıkılmıştı ve yöneticinin ne anlatmaya çalıştığını anlamaya başlamıştı.
“Geri gel!”
‘Geri dönmeliyim’ diye düşündü.
----*----*-------*--------*----------*----------*-----------*--------*-------*-------
Terk edilmiş bir köyü andıran ilkel koloninin lideri olan eski kırmızı kolluklu genç, köyün girişinde hazır bir şekilde bekliyordu. Hemen ardında babası ve yakın akrabalarından oluşan bir heyet vardı. Diğerleri, gönüllü bir şekilde ilkel hayatı seçen kırmızı kolluk askerleriydi. Sayıları en fazla kırk beşti.
İlkel koloninin liderinin yüzü gülüyordu. Babasına döndü “asla endişelenmeyin ve bana güvenin” dedi. Hiç kimsenin güvenle ilgili bir sıkıntısı yoktu. Mutluydular ve bedelini ödemeye hazırdılar. Hiçbirinin üzerinde üniforma yoktu ve çelik levhaları andıracak eşya taşımıyorlardı.
Silahsızdılar.
Hava aracı az ilerideki düzlüğe indiğinde herkes dimdik bir şekilde olacakları bekledi.
Siyah kolluk araçtan indi. Koloni insanlarına şöyle bir baktıktan sonra, hiçbir tehdit görmeyince etrafı inceleyerek kalabalığa doğru yürüdü. Ardındaki tam silahlı iki siyah kollukta, tıpkı liderleri gibi etrafı inceliyordu. Derin bir soluk alarak havayı koklayan siyah lider, ilkel kolonin insanlarının yanına vardı.
“1441 kırmızı, sen ve bu kolonideki diğer tüm insanlar tutuklusunuz.”
“Benim ismim Volkan. Bana bu isimle seslenirseniz sevinirim.”
Siyah kolluk lideri cevap karşısında şaşırdı ve öfkelendi. Çelik levhaların olduğu dünyada, karşısındaki gencin lideriydi ve şu an emre itaatsizlik suçu işliyordu. “İsminin hiç önemi yok asker. İnsanlarını topla ve hazırlan.”
“Ne kadar güzel bir yer burası değil mi efendim?”
Yaşlı adam kaşlarını çattı ama istemsizce etrafına bakınma gafletinde bulundu. Yanındaki silahlı askerler zaten öyle yapıyorlardı.
“Lütfen etrafınıza bakının ve ilkelliğin kokusunu hissedin. Bunun için hiçbir bedel ödemenize gerek yok. Özgürsünüz.” Volkan gülümseyerek, insanın duygularını okşayıcı bir tonda konuşmuştu.
“Bu kadar yeter” siyah lider bir adım daha yaklaştı. “Sana bir emir verdim asker, uy ya da öl.”
“Burada hiç kimse emir almaz efendim.” Volkan geriye dönerek mutlu insanları gösterdi. “Buradaki insanların seçenekleri var.”
“Asker!” Yaşlı lider öfkelenmişti.
“Eğer isteseydiniz bize direk saldırabilirdiniz, bilekliğinizdeki emir de bu yöndedir zaten ama ben de size bir seçenek sunmak istiyorum.”
“Senin hiçbir şey sunmaya yetkin yok.”
“Hayır efendim var. Siz, bu seçeneği duymak istiyorsunuz. Burada herkesin bir seçeneği var. Ömrünüzde ilk kez bir seçenek sunulacak size, lütfen dinleyin. Hiçbir şey kaybetmezsiniz.”
Siyah lider durakladı. Gerçekten seçeneği duymak istiyordu. Fakat her hücresine işlemiş çelik levhalar kanunu bunu kabul etmiyordu.
“Lütfen seçeneğimi dinlemeyi kabul edin.”
Silahlı siyah kolluklar çoktan o seçeneği dinlemek için hazırdılar.
“Senin seçeneğini dinlemek istemiyorum. Derhal teslim olun, yoksa…”
“Efendim” Volkan karşısındakinin sözünü kesmekte hiçbir sakınca görmedi. Yüzü hala sevecen bir edayla gülümsüyordu. “Buradaki herkes kaderine razı. Size teslim olup çelik levhalarda ölmektense, burada özgürce ölmeye hazır. Ama siz, benim size sunacağım seçeneği dinlemezseniz, pişman olacaksınız.”
“Beni tehdit mi ediyorsun?”
“Hayır efendim ama tavsiye ediyorum.”
Diğer siyah kollukların söz hakkı olsa, kesinlikle seçeneği öğrenmek istediklerini belli eden bir yüz ifadeleri vardı. Zaten liderleri de bunu öğrenmek istiyordu. Yaşlı adam bir süre kendiyle savaşıyormuş gibi bekledi. Sağ kolundaki bilekliğe baktı.
“Bizi geri götürmenize yetecek zaman var daha efendim. Sadece bu kadar cesedi taşımanız için diğer askerlerinizi buraya çağırmanız gerekecek. Ama seçeneği dinlemelisiniz.”
Tecrübe acı bir ifadeyle ezilince, yaşlı bir yüzde bu denli karanlık bir iz bırakıyordu. Yardım istercesine geriye dönerek silahlı askerlerine baktı. Onların yüzündeki merakı görünce kararını vermişti.
“Peki, seçeneğini sun ama kısa ve öz olsun.”
Çelik levha ordusu konuşlandıkları yerlerde tüm konuşmayı dinliyorlardı. Hepsinin silahları kırk beş kişilik ilkel koloni insanına dönüktü ama tüm askerleri kalbinde bir arzu oluşmuştu. Bu arzuyu kendilerine bile söyleyemezlerdi fakat duymak için can atıyorlardı.
Volkan’ın annesi gururla oğluna bakıyordu. Hayatı artık bir anlam kazanmıştı. Özgürce ölmek bu kadar mı lezzetli olabilirdi. Kocasına dönerek onun bakışlarındaki gururu da görünce artık kalbi, bu kolonide ilk gözünü açtığında gördüğü kelebek gibi kanat çırpmaya başlamıştı.
Dış dünyada hayat kısa bir an durdu.
Volkan ellerini, üzerindeki özgür kıyafetlerine sildi ve siyah kolluk liderine, ömrünün en şefkatli ses tonuyla teklifini sundu.
“Bizimle kalın.”
İlkel hayat tekrar canlandı. Dere tekrar akmaya başladı. Özgür insanların yüzleri daha bir mutluydu artık. Kaderleri her ne olursa olsun, bu seçenek onları onurlandırdı.
“Bizimle kalın.”






Devam edecek.
Erol Çelik
13.Eylül.2012


.

24 Eylül 2012 Pazartesi

RÜYA AVCISI ( DİLENCİ VE BEDEL )



Merhaba.
Benim adım Rüya Avcısı. Daha önce tanışmıştık.
Kendimi bırakıp insanların rüyalarında dolaşıyorum. Şahıslar umurumda değil, ben onların hayalleriyle besleniyor, karanlık dünyalarında nefes alıyorum ve iştahıma uygun olanı yutup, aklımda sindiriyorum.
Şimdi algılarımı temizleyip, kim bilir kimlerin rüyalarını yaşayacağım?

Merhaba, içeri girebilir miyim?

Mmmm tekrar sizinle buluşmak ne kadar güzel. İnsanoğlunun açlığına hizmet etmek ne kadar güzel. Amacım hizmet etmek olmasa da, bunu seviyorum. Benim gördüğümün bir kısmını yaşamanızı istiyorum. Bu da benim zevkim.

Uzun süredir lezzetli bir rüya sunmamıştım size, bu yüzden hemen avlanmaya çıkıyorum.

Süzülüyorum. Akıyorum. İnsanların akıllarının ürettiği elektrikte kendime yol buluyorum. Sssss burası rengârenk. Şekillerin hepsi oval ve yumuşak. Ne zaman iyi bir rüya bulacağıma aldırmadan yüzüyorum hayallerin arasında. İşte bunu çok seviyorum. O kadar çok duygu tadıyorum ki, bana bile çok geliyor. Size şu an yaşadıklarımı anlatmaya kalksam korkarsınız. Belki bir daha uyuyamazsınız. Yanlışlıkla tadına varacak olsanız, bir daha uyanmak istemezsiniz. Güvenin bana. Size vaatte bulunmak için veya korkutmak için söylemiyorum bunları.

Şşşşş işte yakaladım bir tane. Algıların içine dalmadan önce burasının nasıl bir yer olduğunu, sizin anlayabileceğiniz bir dilde anlatmaya çabalayacağım. Elbette böyle bir riske girmeme gerek yok ama bu benim hoşuma gidecek.
Şöyle düşünün, dünyada milyarlarca insan var, bunlara ölmüş olan insanları da ekleyin. Bunca insana huzur buldukları bir dünya hayal etmelerini söyleyin. Daha sonra korktukları bir dünya hayal etmelerini söyleyin. Karşınıza ne kadar çok hayal çıkar inanamazsınız. İşte benim yaşadığım dünya bu kadar değişken ve bu kadar muhteşem.

Bakın kapı çalıyor. Uuuu anlatacaklarım vardı daha ama güzel bir rüya gibisi var mı? Hadi yeni bir rüyanın kapısını aralayalım ve aklınızın derinliklerine yeni bir çentik atalım.

Ağlayan bir kadın görüyorum. Çok yaşlı değil ama yorgun. Özlem dolu. Karanlık bir odada yalnız başına ağlıyor. Gözyaşlarından oluşmuş bir gölün tam ortasında. Kapı çalıyor tekrar. Ağlayan kadın başını kaldırıyor. Bir süre dinledikten sonra başını iki yana sallayarak ağlamaya devam ediyor. Sanki buna ihtiyacı varmış gibi.
Kapı ısrarla çalınca ayağa kalkıyor ve öfkeyle kapıyı açıyor. Aaaa kapıda tıpkı kendine benzeyen bir kadın var. Yüzünde bir müjde taşır gibi gülümsüyor ağlayan kadına. Fakat kıyafetleri bir dilenciyi andırıyor. Yüzü gözü kir içinde ama çehresi apaydınlık.
Ağlayan kadın, dilenciye ne istediğini soruyor.
Dilenci “bedelini öde, sana kaybettiklerini geri vereyim” diyor.
Ağlayan kadın “defol!” diyor.
Dilenci “bana bak” diyor. “Yüzüme bak ve benim kim olduğumu gör, sonra defet beni başından.”
Kadın, dilencinin yüzüne bakıyor ve ağlamaya devam ediyor. “Bu olamaz.”
“Olur. Sen sadece bedelini öde, ben de sana kaybettiklerini geri vereyim.” Dilencinin yüzünde bir güven var ki, ancak Rüya Avcısının anlayacağı cinsten. “Bunu sen istedin ve isteklerinin gerçekleşeceği tek yer burası. Hadi fırsatı kaçırma. Yoksa inancını kaybedersin ve bu fırsat uçup gider.”
Ağlayan kadın isyan edercesine dilencinin yüzüne nefretle bakar.

Oooo buradan sonrasını merak ettim doğrusu. Eğer benim tahmin ettiğim doğrultuda ilerlerse bu rüya, hepinize iyi bir ders olacak ve başta anlatmaya çalıştığım şeyi kavramanıza yardımcı olacak.

“Sevdiklerimi geri getiremezsin.” Ağlayan kadın, hızla ümidini yitirir gibi yüzünü buruşturur.
Dilenci ustalıkla gülümsemeye başlar. “Sen bedelini ödemeyi kabul et, ben her sevdiğini geri getiririm.”
“Git başımdan kadın, senden isteyeceğim şeyi geri getiremezsin.” Ağlayan kadının sesinde karanlık bir titreme var.
“Sakın inancını kaybetme yoksa ben yok olurum. Buraya senin arzuların sayesinde geldim ve senin istediğin şeyi yapmaya hazırım ama sadece bunu bana söylemen gerek. Ve elbette bedelini ödemeyi kabul etmen.” Dilenci cebinden bir oyuncak araba çıkarttı ve ağlayan kadına uzattı.
Ağlayan kadın tokat yemiş gibi, şaşkınlıkla oyuncak arabayı aldı ve dizlerinin üzerine çökerek feryatlar halinde ağlamayı sürdürdü.
“Sadece bana ne istediğini söyle.”
“Bedeli ne olacak peki?”
“Ne istediğini söyle, bende bedelini söyleyeyim.”
“Bana oğlumu geri getirebilir misin?” Ümit, beyaz bulutlar olarak kadının etrafını sardı.
“Sana oğlunu geri getiririm ama bana bedelini ödeyip ödeyemeyeceğini söyle.”
“Sen bana olgumu geri getir bedelini, ne olursa olsun bedelini ödemeye hazırım.”
Dilenci gülümsedi ve ağlayan kadının yanına dizlerinin üzerine çöktü. Şefkatli bir ses tonuyla “Bedelini ödemeye hazır mısın gerçekten?”
“Mümkün olmayan bir şeyin bedeli ne olabilir?”

Durun bir dakika. Buradan sonrasını anlatıp anlatmamak doğrumudur bilmiyorum. Bildiğim tek şey, siz bunu istiyorsunuz ve belki bu rüyanın benzerini gördünüz ama yapmalı mıyım? Bu rüyaya dalmadan önce, önüme seçenek sunulsaydı belki başka bir rüyaya zıplayabilirdim ama şimdi, tam bu noktada devam edeceğim. Hem benim dünyamı anlamanızın en iyi yolu bu.
Zzzzz buyurun devam edelim.

“Hadi bana bedelin ne olduğunu söyle” diye hıçkırıklarla sordu ağlayan kadın.
“Sana oğlunu geri getireceğim ama bedeli ağır olacak. Hiçbir doktor iyi edemeyecek seni. Çünkü iyi olmak istemeyeceksin. Bu bedeli ödemeye devam etmek isteyeceksin. Bunu istiyor musun?”
“Eğer oğluma kavuşacaksam, evet. Bedelini ödeyeceğim.”
“Tamam, o zaman oğlunu sana getireceğim.”
Ağlayan kadın aniden sustu ve dilenciye öfkeyle baktı. “Bedel nedir?”
Dilenci ayağa kalktı.
“Bedel nedir?”
“Bedel” dilenci sağ kolunu havaya kaldırdı ve tuhaf bir hareket yaptı. Merdiven boşluğundan adım sesleri gelmeye başladı.
Uuuuuu.
“Artık aklını hayal dünyasına teslim ettin. Bedenin, insanların gerçek diye adlandırdığı dünyada yaşayacak ama aklın burada, hayal dünyasında yaşayacak. Bedel bu. İnsanlar senin aklını kaybettiğini zannedecek ama sen burada, oğlunla yaşayacaksın. Onunla istediğin kadar vakit geçireceksin.”
Ağlayan kadının yüzü gülmeye başladı. Oğlunun adım sesleri yakınlaşmıştı.
“Oğlum?”
“Anne.”
Dilenci artık ortadan kaybolmalıydı.

Ffffff çok iyi bir rüyaydı. Beslendim. Size anlatmak istediğim her şey bundan ibaret. Gerçek diye zannettiğiniz dünya aslında, kısıtlı bir yaşam. Hiçbir şey elinizde değil. İstediğiniz her şey için bedel ödemelisiniz.
Eğer bu kadın gibi rüyalar âleminde yaşamaya karar verirseniz beni bulun.

Benim adım Rüya Avcısı. Daha önce karşılaşmıştık zaten.



Erol Çelik
24 Eyl. 2012



1 Eylül 2012 Cumartesi

RÜYA AVCISI ( RESSAM BEDENLER )


     Merhaba.
     Benim adım Rüya Avcısı. Daha önce tanışmıştık.
     Kendimi bırakıp insanların rüyalarında dolaşıyorum. Şahıslar umurumda değil, ben onların hayalleriyle besleniyor, karanlık dünyalarında nefes alıyorum ve iştahıma uygun olanı yutup, aklımda sindiriyorum.
     Şimdi algılarımı temizleyip, kim bilir kimlerin rüyalarını yaşayacağım?
     Merhaba, içeri girebilir miyim?

     İnsanlar bilmedikleri bir hayatta daha yaşarlar. Bilmezler ama kırıntılarıyla mükâfatlandırılırlar. Eğer rüyalar âlemini benim yaşadığım gibi görebilseydiniz, gerçek zannettiğiniz hayatın aslında kocaman bir yalandan ibaret olduğunu anlardınız zzzzzz.
     Hak ettiğiniz hayatın aslında rüya diye adlandırdığınız âlemde yaşandığını, bu yaşantınızda anlayamayacaksınız. Siz sadece aklınızın yettiği kadarıyla yetinmek zorunda kalacaksınız. Eğer rüyaları benim gibi görebilseydiniz, muhakkak aklınızı kaybederdiniz.
     Şşşşş gerçek zannettiğiniz hayatta sadece bir ömür yaşarsınız ama rüyalarda binlerce ömrü istediğiniz an, istediğiniz uzunlukta ve istediğiniz şekilde yaşama lüksüne sahipsiniz.
     Ağır mı geldi?
     Tahmin ettim. Boş verin ve beni izlemeyi sürdürün. Ben sizin için zaten rüyalarınızı ziyaret ediyor ve size onlardan bir kırıntı sunuyorum.

     Şimdi kendimi bırakıp, tüm tecrübemle size enfes bir av sunacağım. Ben beslenirken siz beni seyredecek ve gerçekliğini aklınızın almayacağı bir dünyadan, bir damla hissedeceksiniz.

     Uuuuuu işte avımın kokusu burnuma ulaştı.
     
     Hasta bir kadın görüyorum, insanlar etrafına toplanmışlar ve ağlıyorlar. Kadın yüz yaşındaymış gibi çökmüş. Gözlerini açıyor ve elini gençten bir adama uzatıyor. Adam hızla annesi olacak kadının yanın geliyor ve kulağını ona eğiyor. Bir süre kadının yaşlı ve hastalıklı sesini dinliyor. Annesi sessizce oğlunun kulağına “canım çıkmıyor, bana yardımcı ol” diyor. Oğlu şaşkınlıkla başını kaldırıyor. Yüzüne acı bir şefkat çöküyor.  Diğerleri ne olduğunu soruyor ama o cevap vermiyor. Ne yapması gerektiğini bildiği halde, bunu nasıl yapacağını düşünecek zaman arıyor. 

     Oğul ayağa kalkıyor ve anasına dönüyor. Yaşlı kadın yalvaran gözlerle ona bakıyor. Odada nefes alan tüm mahlûklar ne olduğunu, kadının ne istediğini, aç bir merakla soruyorlar. Rrrrrr. Oğul aldırmıyor ve odadan kararlı bir şekilde çıkıyor.

     Size söylemek istediğim tam bu işte. Rüyaların, gerçek zannedilen hayattan daha engin olduğunu söylüyorum. Ama ben ne kadar uğraşsam da, bunu anlamak istemeniz gerek.

     Ağlaşan kadınları anlamıyorum. Yaşlı kadın ölmemiş ki, ölmemiş bir kadının yanında böyle ağlayanlar, o ölürse nasıl ağlarlar düşünemiyorum. Yaşlı kadının bitkin oğlu bir süre sonra, büyük bir boy aynasıyla giriyor içeriye.

     Ooooo ilginç bir rampa tırmanıyor rüya. Ne olacağını bilmemek en az rüya sahibi kadar beni de cezp ediyor.

     Yaşlı kadının etrafında vızıldayan kalabalık bir anda merakla uğuldanıyorlar. Bir boy aynası kimseye mantıklı gelmiyor. Sanki bu diyar mantığı kaldırabilirmiş gibi. Mantık safsatası sadece insanoğlunun yaşadığı yalan dünyanın bir zamkıdır. Mantık zavallı beyinlerin dizginidir. Rüyalar âleminde buna hiç ihtiyaç yoktur. Mmmmm burada sadece arzular ve hayal gücü vardır. Burada sadece yaşanabilirlik özgürce sunulur insana.
     Bu gece size çok fazla şey açıklıyorum. Umarım kimsenin akli dengesiyle oynamam.
     Boy aynasını yaşlı anasının yanına koyan adam, hızla odadan tekrar çıkıyor. Uzunca bir süre sonra genç adam, elinde tuval ve yağlı boya takımlarıyla içeri giriyor. Bütün malzemeyi yaşlı kadının yatağının yanına getiriyor.
     Ben bu rüyanın enfes olacağını söylemiş miydim?
     Kadın aynayı oğluna tutturuyor ve karşısına geçerek kendi resmini çiziyor. Oooooo. Gençlik resmi, ardından orta yaşlılık resmi ve sonunda yaşlılık resmi. Kadının yüzü gülüyor.
     Adam aynayı annesinin yanından alıyor ve odadaki başka bir kadına çeviriyor. Annesi önündeki tuvale o kadının resmini çiziyor. Rrrrrr resmi biten kadın yere yığılıp ölüyor. Adam aynayı bu sefer odadaki yaşlı bir adama çeviriyor. Annesi bu sefer önündeki tuvale o adamın resmini çiziyor ve adam da ölüyor.
     Devam.
     Odada çok fazla vızıldayan insan var. Yaşlı kadının oğlu boy aynasını odadaki tüm bedenlerin üzerine çeviriyor ve annesi bu bedenleri boyuyor. Sadece rüyalar âleminde olacak bir arzu yerine geliyor. Ölüm, karaktersiz bir sonla karşılaşmıyor.
     Yaşlı kadın oğlunu yanına çağırıyor “canımın çıkması için son bir beden resmetmem gerek bunu biliyorsun” diyor. Oğlu boynunu saygıyla eğiyor ve boy aynasını kendine çeviriyor.
     Bir anne, oğlunun sonu için, ömrünün en iyi renklerini kullanıyor.
     Sırf, canının çıkması için.
     Aaaaaa. Bu nasıl bir yaşanmışlık, bu nasıl bir rüya? Ben bile her gece bunlardan yaşadığım halde, hala bu enginliğe şaşırıyorsam, gerisini siz düşünün.
     Mantıktan arınmış bir yaşam için, bir başka gece görüşmek üzere.

     Daha fazla uzatmayacağım, çünkü sindirmem gereken bir lezzet var. Ben şimdi gidiyorum. Siz de gidin ve rüyalar görün. Ne görmeye çalıştığınıza karar vermeyin, ne görmeniz gerektiğinize bilinçaltınız karar versin. Ben böylesini daha çok severim.
     Ben sadece onları ziyaret ederim.

     Benim adım Rüya Avcısı, daha önce karşılaşmıştık.



Erol Çelik
02 Eylül 2012 Pazar



.

24 Ağustos 2012 Cuma

"Heyula" Erol Çelik kitap tanıtımı (Book trailer)

2007 yılında yayınladığım "HEYULA" isimli kitabımın tanıtım videosunu hazırladık.

Detaylar: Erol Çelik


Yöneten: Erol Çelik
Müzik: Koray Başaran
Efektler: Ali Argun
Oyuncular: Deniz Çelik, Orçun Yangın, Meral Akyıldız, Mehtap Çelik, Can Yılmaz, Mehmet Akyıldız

Filmi buradan izleyebilirsiniz.







.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Çelik Levhalar (Öykü) (yeni)


      Bu öyküm Gölge e-Dergi Ağustos 2012 Öykü Özel Sayısında yayınlanmıştır.

Dergiyi okuyabileceğiniz link: Gölge e-Dergi Ağustos 2012 Öykü Özel Sayısı


                                                    ÇELİK LEVHALAR

          "Şimdi kalkıp gitmek lazım. Nereye gideceğini bilip de, gitmeme isteğinin ezikliğiyle. Korkmak ama korkunun tatlı zevkini arzulamak. Hayır, gitmeyeceğim. Gidip istediğimi yapamadıktan sonra, gidip karanlığın korkusunu istediğim gibi yaşayamadıktan sonra. En iyisi bu gece evde kalıp olacakların korkusunu yaşamalıyım. Olacakların yada ne olacağını bilmediğim şeyin gizemiyle kavrulmalıyım.
           Hem hazırlıklıyım da, daha doğrusu alışığım acı çekmeye. Bu sefer daha eğlenceli olmaz mı sanki? Olur bence ve galiba bunu saçma bir hazla istiyorum.  Bu gece gidip o çelik soğukluğunu hissetmek istemiyorum. Ben bu gece evimde oturup vücudumdan çıkacak sıcak sıvının tadını çıkarmak istiyorum. Sonucu acılar içinde kıvranmak olsa da. Sonucu zavallılar gibi ölmek olsa da.
          Dünyanın çivisi çıkmış zaten, neden değişen düzene ayak uydurmayayım ki?
          Affet beni hayatım. Bunu neden yaptığımı anlayacaksın."

          Bu notu öğleden sonra saat üçte bulan kadın, aklının titrediğini hissetti. Notu yazan kişinin ölmesinden korktuğu için değildi bu çıldırma eşiği, onunki daha çok, zar zor düzene soktuğu hayatının, kendi elinde olmadan kaybolmasındandı. Buna sebep olan kocası olsa bile, hak etmiyordu.
           Şimdi ne yapacağını bilmeden, kaynayan beyninde nefes alacak bir alan bulmaya çalışıyordu. Kocasının cesedini göremiyor ve bunun çok kötü bir anlama geldiğini biliyordu. Bu, onu almaya geldikleri anlamına geliyordu. Bu kendi hayatının da sonu anlamına geliyordu.
           Hemen şimdi burada nefesini tutarak ölmeyi deneyebilirdi mesela. Hayır! Bu düşünce daha fazla çıldırmasına yol açtı. Kendi canına kıyması zaten kolay değildi, bir de bunun bedelinin ağırlığını düşününce, aklı bir kalem daha ezildi. Kocası kadar düşüncesiz olabilir miydi hiç? Olamazdı. Olmamalıydı. Bekleyecek ve ölümünün onların elinden olmasına izin verecekti. Artık bu engellenemez bir doğru olmuştu.
          Eğer kocası gibi davranıp canına kıyacak olursa, oğlu bunun cezasını çekecekti.
          Oğlunu düşününce gözleri doldu. O dünyalar tatlısı bir çocuktu. En azından onu öyle hatırlıyordu. Beş yaşında onu yanından aldıklarından beri içi yanıyordu. Şimdilerde otuz yaşlarında olmalıydı. Yaşadığını, en azından anne ve babası gibi sefil bir hayat sürdürmediğini biliyordu.
          Kadın kalktı, dün gece tedavi olduğu ve her gece tedavi olmak zorunda olduğu çelik levhaları düşündü.
          Oğlu olmasa hemen şu anda nefesini tutup ölmeye çalışacaktı. Hayır, akşamı beklemeden şu anda acılar içinde canına kıyacaktı ama oğlu bunu hak etmiyordu. Belki akşama kadar düşünmeliydi ölümü. Belki çelik levhalara gitmez, tıpkı kocası gibi kanlar içinde farklı bir ölümü düşünebilirdi.
          Bu hayat mıydı yani? Korkak kocası acaba doğru olanı mı yapmıştı? Hem kendinin, hem karısının hayatını mı kurtarmıştı? Peki, kendisi oğlunun hayatını kurtaracak cesareti gösterebilir miydi?
           Kocası çelik levhalara gitmemiş ve acılar içinde ölüme teslim olmuştu, bunun bedeli olarak karısı ölüme mahkûm olmuştu. Hem de en feci acılar içinde. Kadın bu acıları bekler ve boyun eğerse, oğlunun hayatını kurtaracaktı ama acılardan korkup kendini öldürmeyi düşünürse, o da bedel ödeyecek ve oğlu ölümün çelmesini yiyecekti.
          Bu, son on yıllık devlet politikasıydı. Değişen dünya düzenin, ve azalan nüfusun önlenmesi için hazırlanmış, kati bir kuraldı.
          Kadın, bir daha göremeyeceği oğlunu düşündü. Mahkûm oluşunu, yaşamak zorunda olduğu bu iğrenç hayatı, her gece çelik levhalarda tedavi olmak zorunda olduğu hayatı. Her zaman emirler altında yaşamak zorunda olacağı hayatı.
          Peki, iyi bir koca, karısını bu hayattan kurtarabiliyorsa, iyi bir anne, oğlunu bu iğrenç hayattan kurtaracak cesareti neden gösteremesin?
          "Hayır" dedi kadın. Sen kendi acılı ölümünün korkusunu yaşıyorsun ve oğlunun ölümünü bile düşünecek kadar ödleksin.
          "Hayır" dedi kadın. "Gerçekten oğlumun hayatını kurtarabilir miyim?" Yani onu bu iğrenç yaşantıdan kurtarmak, bu esaretten korumak, kendisini iyi bir anne yapar mıydı?
           Kocası bütün yükü onun sırtına bindirmişti. Oğlunun hayatını kurtarmak veya onu bu esaretten kurtarmak zavallı bir kadına düşmüştü.

          Bir saat sonra düşüncelerinden sıyrıldı ve çelik levhaların yönetildiği kısma geçti. Tedavi olmasına daha üç buçuk saat olmasına karşın, bütün tehlikeyi göze alarak çelik binadan içeri girdi. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu, bu yüzden boş bir kafayla ilerliyordu.
          Sol taraftaki kimlik doğrulama bölümüne yaklaştı ve sağ kolundaki çelik bilekliği, bir karış genişliğinde ve yaklaşık iki metre uzunluğundaki çelik levhaya değdirdi. Çelik levha beklendiği gibi kırmızıya döndü. Kadının ardından garip giyinişli bir genç, çelik bir kapının ardından çıkıp, davetsiz misafirin yanına geldi.
          "Hanımefendi giriş izniniz yok, açıklamanız kısa ve net olsun lütfen." Kiremit rengi bir üniforma giyinmiş gencin elinde bir cam-ekran vardı ve ekranın üzerinde kadının resmi görünüyordu.
          "Açıklama yapmama gerek yok. Kocam için geldim."
          Genç, formaliteden elindeki cam-ekrana baktı "anlıyorum ama yine de giriş izniniz yok" diyerek kadına iyice yaklaştı.
          Kadın, gencin güvensiz hareketlerinden rahatsız oldu. "Daha fazla yaklaşmanı istemiyorum."
          "Hanımefendi, ben kırmızı kolluğum. Size yaklaşma yetkim var." Genç, birkaç adım daha atarak kadının yanına kadar geldi.
          Kadın bir adım geri çekilmek zorunda kalmıştı. "Ötenazi hakkımı kullanmaya geldim.  Bana bir adım daha yaklaşırsan, başına bela alırsın."
          Gencin yüzü, karmakarışık oldu. "Neden?"
          "Senin beni sorgulamaya yetkin yok. Beni derhal çelik levhalara götür."
          Genç elindeki aletin üzerinde birkaç düğmeye bastı. Kadının resminin etrafında bir sürü şekiller dönüyordu. Genç, başını cihazdan kaldırdı ve etrafına acemice bakındı. Daha sonra kadına doğru bir adım daha attı.
          "Yaklaşma dedim!" kadın çığlığı basacakmış gibi hazırlandı.
          "Hanımefendi benimle gelirseniz, size yardımcı olacağım" diye usulca konuşan gencin sesinde, tuhaf bir yalvarış vardı.
          Kadın kaşlarını çattı. Başıyla onaylayarak zaten yürümeye başlayan gencin ardından ilerledi. Birkaç çelik kapıdan sorunsuz geçtiler.   Genç, çok sık olmasa da ardına bakıp kadını seyrediyordu. Kadın bu bakışlardan rahatsız olmuştu ama şimdilik müsaade edecekti. Artık verdiği karardan dönemeyeceği için olacaklara razıydı.
          İlginç bir cam kapının yanına vardılar. Kapının üzerinde, önce kadının resmi belirdi ve resmim yanında yine aynı şekiller hızla döndü.  Kadının resminin ardından gencin resmi belirdi. Daha sonra kapı üç kademeli olarak açıldı. İçeriye girdiklerinde onları üç kişi karşıladı.  Gencin giyindiği kiremit rengi üniformanın birkaç ton açığını giyinen diğer gençler, saygıyla ayağa kalkıp, kadının önündeki genci selamladılar.
          Genç, diğerlerine dönerek "Ayrıştırma odasını yalıtın. Ben dışarıya çıkana kadar, siyahlardan bile olsa kimseyi içeri sokmayın!" diye sertçe emretti.
          Başlarıyla onaylayan üç genç, hareketsizce ayrıştırma odasına girenleri seyrettiler.
İçerde tam on iki tane çelik levha vardı. Bilinen, tedavi için kullanılan çelik levhalar. Üç buçuk metre yüksekliğinde ve elli santim genişliğindeki levhalar, su kanalına benzeyen bir düzeneğe oturtturulmuşlardı.
          Kadın derin bir soluk aldı. Korkuyordu ama en azından birkaç cevap almayı beklediği için, biraz öfkeliydi.
          "Anlamadığım bir şey var, ötenaziden önce bir anlaşma hakkım yok muydu? Kanunlar bunu bize vermişti" dedi kadın, kuruyan soluğuyla.
          Genç, elindeki cam-ekranı çelik bir masanın üzerine koydu ve kadına eliyle yaklaşmasını işaret ederek "Burası ötenazi odası değil hanımefendi."
          "Peki, beni nereye getirdiniz?"
          "Burası benim odam."
          "Sizin odanızda ne işim var? Bana hemen bir açıklama yapın." Kadın, öfkesini kontrol edemiyor gibiydi.
          "Sakin olun, önce siz neden ötenazi hakkınızı kullanmak istediğinizi söyleyin."
          "Kocam ve oğlum yüzünden." Kadın oturacak bir yer arıyormuş gibi etrafına bakındı. İçerisi soğuktu. Genç, devam etmesi için işaret edince, kadın derin bir soluk aldı. "Kocam dün gece çelik levhalara gitmedi, bunu zaten biliyorsunuz. Bunun cezası benim ölümüm olacak."
          "Peki, neden ötenazi hakkınızı kullanıyorsunuz? Zaten hakkınızda ölüm kararı çıktı."
          "Kendi ölümüme kendim karar vermek için."
           "Ama siz zaten öleceksiniz."
           "Evet ama benim ölümü bekleyecek zamanım yok."
           "Neden?"
           "Aklımı kaybediyorum. Eğer aklımı kaybedersem kendimi öldürmekten korkuyorum, o zaman cezasını oğlum çekecek."
           "Şimdi anlaşıldı hanımefendi. Oğlunuzu korumak için kendinizi öldürmediniz ve ötenazi hakkını kullanarak onu korumaya almaya çalışıyorsunuz."
           "Evet doğru." Kadın yutkundu.
           "Peki size bir soru daha soracağım. Ötenazi talep edenlere sorulan rutin sorulardır bunlar. Neden oğlunuzu önemsiyorsunuz ki?"
           Kadın yumruklarını sıktı "Siz insanların yaşantısını ve düzenini değiştirebilirsiniz ama duygularını değiştiremezsiniz. Oğlum beni umursamasa da, ben onu bir an bile aklımdan çıkartamıyorum."
           Genç bir süre sustu ve kadına baktı.
           "Sen annenin kim olduğunu biliyor musun?"
          Genç başıyla onayladı "hepimiz annemizin kim olduğunu biliriz."
           "Ama anneleriniz oğullarının kim olduğunu bilmiyor."
           "Bu neyi değiştirir ki?"
           "Her şeyi değiştirir delikanlı. Oğlumu bir kez görmek için günün her saati çelik levhalarda tedavi olmaya razıyım. Sor, kendi annen bile buna razıdır."
           "Bundan eminim."
           Kadın yorulmuş gibi tekrar etrafına bakındı.
           "Size oğlunuzu gösterirsem ötenazi hakkınızdan vazgeçer misiniz?"
           "Her şeyi yapmaya razıyım, yeter ki oğlumu bir kez göreyim."
           "Tamam o zaman." Genç, bir adım atacaktı ki, masanın üzerindeki cam-ekran kıpkırmızı olarak alarm vermeye başladı. Genç, cihazı eline aldı "ne var!" diye bağırdı.
           Ekrandan "efendim üç tane siyah kolluk içeri girmek istiyor" diye metalik bir ses geldi.
           Gencin yüzü ekşidi. "Onları otuz saniye sonra içeri alacağımı söyle."  
           "Ama efendim…"
           "Sakın onları içeri alma!" diye kükreyerek cihazı kapattı. Hızla kadının yanına geldi. "Bunu açıklayacak daha uzun vaktim olur zannediyordum ama hızla durumu açıklamalıyım."
            Kadın nefesi kesilmiş bir şekilde şaşkınlıkla gence bakıyordu.
            "Ben sizin oğlunuzum. Babamın mektubu sahte. Seni buraya korumaya almak için getirttim. Senden şimdi sakin olmanı ve ne söylüyorsam harfiyen yapmanı istiyorum. Canın biraz yanacak ama merak etme, bambaşka bir dünyada uyanacaksın. Sana söz veriyorum.      Beni anladın mı?"
            Aslında kadın son söylenen hiç bir şeyi anlamamıştı. Ben senin oğlunum cümlesinden sonra büyülenmiş gibiydi. Yüzü otuz yıldır ilk kez gülüyordu.
            "Anne anladın mı beni?"
            Kadın başıyla onayladı. Dünya bembeyaz olmuştu.
            "Tamam o zaman, şu çelik levhaya yaklaş."
            Genç, kadını hızla çelik levhalardan birine götürdü. Sırtını levhaya dayadı ve kadının kolundaki bilekliği başının üstündeki deliğe soktu. Kadın, oğluna hayranlıkla bakıyordu. Artık ölse ne olurdu ki?
            Kendinden geçti.

            Kadın uyandığında tozlu bir odada, kahverengi bir dünyaya gözlerini açtı. Yeniden doğmanın nasıl bir şey olduğunu düşünüyordu. Eski bir ahşap evdi burası. Güneş, küçük pencereyi örten ilkel bir perdenin ardından süzülüyordu. Kadın, keyif denen duyguyu uzun süredir hissetmediğini hatırladı. Hemen ayağa kalkmalı ve bu yaşadığı şeyin gerçek olup olmadığını anlamalıydı. Belki ölmüş ve cennete gelmişti.
            Oğlu geldi aklına ve kalbi tekrar mutluluk pompalamaya başlamıştı. Eğer öldüyse bu, biricik oğlunun ellerinden olmuştu. Bundan daha güzel bir şey olabilir miydi?
             Ayakları ahşap döşemeye değdiği zaman, dışarıdan gülüşme sesleri duydu. Bu nasıl olabilirdi? Yaşadığı dünyada kimse gülmezdi ki.  Sadece yaşardı. Acele etmeliydi, eğer gördüğü şey bir rüya ise, en azından bitmeden önce diğer ayrıntıları yaşamalıydı.
             Hızla ayağa kalktı, üzerinde pijama vardı, saçları açık ve dağınıktı. Yürürken zeminin gıcırtılarını duyunca, çelik levhaların soğukluğu, yerini bu doğal sıcaklığa bıraktığına inanamıyordu. Odanın ahşap kapısını açtı. Burnuna mis gibi çiçek kokuları hücum ettiğinde, neredeyse bayılacaktı. Yıllardır çelik levha esaretinde yaşamış biri için bu kokuları duymak sadece hayaldi. Ahşap bir koridora çıktı. Her şeyin ahşap olması belki normaldi ama çelik mahkûmları için değildi. Sola döndü ve geniş bir sundurmaya çıktı. Gördüğü ilk şey artık kadına fazla geldi. Tansiyonu düştü ve neredeyse kontrolünü kaybetti. Her yer yemyeşildi.
              "Anne."
              Kadın havada uçan kelimeyi bir kelebek gibi kovaladı. Sanki uçup gidecekti.
              "Anne günaydın, hadi aşağıya gel, kahvaltı hazır."
              Kadın, kelebeği takip etti. Aşağıda büyük bir bahçe vardı ve bahçede tanıdığı bütün herkes, yukarıya bakıyordu. Hepsi mutluydu.   Kocası ve oğlu uzun bir masanın başındaydı. Diğer tarafta, çelik levhalarda kaybettiği bütün sevdikleri oturmuştu.
              Kadın gözlerini yumdu. Bir rüya için bile bu kadar güzel şey fazlaydı. Artık rüyayı bitirmeliydi. Acılar içinde, çelik levhanın başında uyanmalıydı. Bu rüya ona uzun bir süre yetecekti nede olsa.
              Gözlerini açtı. Manzara değişmemişti.
              "Hadi anne yumurtalar soğuyor."
              Kadın ağlamaya başladı. Aklındaki bütün soruları daha sonra öğrenmek üzere kovdu. Aşağıya inecek, oğluna ve kocasına sıkıca sarılacaktı.
              'Çelik levhaların canı cehenneme' diyecekti.


Devam edecek.
Erol Çelik
09.Haziran.2012


.