7 Haziran 2012 Perşembe

BEN BİR KATİLİM. (1)


         
Erol Çelik
          Kayıtlara geçmiş, kırkın üzerinde insan öldürdüm ve onlarca cinayet teşebbüsüm var. Şimdi oturmuş yeni cinayetler işlemeden önce, daha önce neden insan öldürdüğümü açıklama gereği duyuyorum. Benim gibi iflah olmaz biri buna neden gerek duyuyor bilmiyorum ama itiraf etmek istiyorum.
          Lafı fazla uzatmadan ilk cinayetimle başlıyorum.

          Bir adamla tanıştım 2000’li yıllarda, ismi Mert Külüç’tü. Sevimsiz, orta yaşlarda bir adamdı. Yalnız bir dünyası, arızalı bir yaşantısı vardı. Bu adamın beni çeken özelliği, kendini ifade ediş biçimiydi. Kızdığında, üzüldüğünde, sevindiğinde hatta şehvet anlarında bile imza atardı. Sayfalarca imza karalar, her birine saygı duyardı. İmza atmak onun hayatıydı adeta.
          Bir gece feci bir kavgaya karıştığını duydum, galiba bostancı sahilindeydi. Birkaç serseriyle dalaşmış, gençler bunu bir temiz dövmüşlerdi. Kavganın sonunda imza attığı eli kırılmıştı. Öyle sıradan bir kırık değildi bu, bir daha imza atamayacak hale getirmişlerdi. Mert Külüç’ün hayatı zindan oldu. İmza atamamak onun için ölmek demekti.
          Bana sordu, bundan sonra ne yapacağını bilmiyordu. Bana ne yapması gerektiğini sordu. Ben, intihar etmesini söyledim. Onun ölmesine izin verdim. Kendini öldürmesine izin verdim. İsteseydim yaşamasına izin verirdim ama onu öldürdüm.
İMZA ( Erol Çelik - Heyula kitabından s.7-34 )

          İkinci cinayetim 1974 yılındaydı ve yaşlı bir kadınla ilgiliydi. Kırsal topraklarda yaşayan bir çiftle tanıştım. Hasan çavuş karısını çok seven bir adamdı ve kesin kararını verdiği son dakikaya kadar, karısını sevmeye devam etmişti. Karısı yaşlandıkça değişmiş, adama hayatı, son yıllarında zehir etmişti. Hasan çavuş bana, yaşlı kadınlardan nefret ediyorum diye gelmiş ve yardım istemişti. Karısı yüzünden çocuklarını göremiyor, huzur denen şeyin kokusunu bile duyamıyordu. Adamı haklı çıkaracak o kadar hikaye dinledim ki, ‘Heyula’ anlamını bulmuştu.
          Hasan çavuşa da izin verdim, karısını öldürmesine göz yumdum.
          O yaşlı kadını cayır cayır yakmasına izin verdim. 
          Bu cinayeti de ben işledim.
HEYULA ( Erol Çelik - Heyula kitabından s.35-47)

          1999 yılının sonlarında, enteresan bir aşk öyküsü çıktı karşıma. Cem isminde, 20’li yaşlarda bir genç, düştüğü kaosu anlattı bana. Bir yanda en sevdiği arkadaşının intiharı, diğer yanda üstlendiği vasiyeti. Nedir bu vasiyet diye sordum ona. Cem, ağlamaklı konuşarak vasiyeti açıkladı bana. En sevdiği arkadaşı Cahit, “eğer bana bir şey olursa, bil ki bu Feray yüzündendir, eğer bana bir şey olursa onu peşimden yolla, bu sana vasiyetimdir” demişti. Cem, vasiyeti aldığı gece Cahit’in intihar haberini de almıştı. Şimdi bana sordu, vasiyeti yerine getirmeli miydi gerçekten?
          Ben hiç tereddüt etmeden vasiyeti yerine getirmesini söyledim. Git kızı öldür ve arkadaşının peşinden yolla dedim ona. 
          Kızı ben öldürdüm ve vasiyeti yerine getirdim.
VASİYET ( Erol Çelik - Heyula kitabından s.48-61)

          Küçük bir kız çocuğu vardı, yıl 2000’lerin başı olmalı. Kız çocuğunun adını hatırlamıyorum şimdi ama ona herkes Kızıl Çilli Çıyan diyordu. Kızıldı, küçüktü ve çilliydi, hepsi bu. Neden onunla dalga geçiyorlardı ki? Hele ablası, neden ona zarar vermek istiyordu? Hatırlıyorum, kızıl çocuk ablasını kaç sefer rüyasında görmüş, ablası kaç sefer rüyasında ona zulüm etmek istemişti. Hayatı bir türlü yoluna girmiyordu. Sonra Tolga diye bir çocuk vardı, bir tek o iyi davranıyordu ona, ama ablası Tolga’yı da ayarttı ve Kızıl Çilli Çıyanın üzerine saldı.
          Ben bu küçük kızla tanıştığımda her şeyi öğrendim. İyi bir kız çocuğuydu ama aklı biraz karışmıştı. Ablana bir ders ver dedim, onun canını yak. Küçük kız söylediğimi yaptı ve ablasının gözüne makas sapladı. Sonra hayatımdan çıktı gitti. Belki bir gün yine onu ziyarete giderim. 
          Kim bilir?
KIZIL ÇİLLİ ÇIYAN ( Erol Çelik - Heyula kitabından s.62-130)

          1996 yılının ekim ayında İlknur isminde bir kız, tahmin etmediğim bir köşe başında çıktı karşıma. Öleceğini düşünüyordu. Ölümün kendine çok yakın olduğunu ve artık ondan kaçamayacağını aklından çıkaramıyordu. Bir sabah evde yalnız başınayken onun kulağına eğildim ve ölüm korkusundan kurtulmanın yolunu bulduğumu söyledim. Elindeki bardağı düşürdü. Bardak yerde bin parçaya ayrıldı. Korkuyor ve öleceğini düşünüyordu. Cam kırıklarından biri elini kesti ve vücudundan bir damla kan aktı. Kan onun ölüm korkusunu aldı süpürdü.
          Ama uzun sürmedi, bir süre sonra tekrar öleceği duygusunun esiri oldu. Hemen kulağına eğildim, vücudundan kan akıt dedim, hatırla bunu dedim. Tereddüt etmeden kesti vücudunu ve kanını akıttı. Evet, kaybolmuştu ölüm duygusu. Ben bundan feci zevk almaya başlamıştım. Kız ölüm duygusuna kapılıyor, ben onun vücudunu kesmesini seyrediyordum. Her seferinde biraz daha büyük bir kesik atmalıydı vücuduna.  
          Bir gün aklıma müthiş bir fikir geldi ve bunu kıza söyledim. İlknur beni dinlerdi. Ona dedim ki “eğer kendi kanını akıttığında ölüm kanatlanıp uçuyorsa, acaba başka bir şeyin kanını akıtırsan yine kurtulur musun ondan?” O gece arkadaşının kedisini kestirttim ona. Kediye saatlerce ölüm hakkında ahkam kesti önce.              Sonra kediyi lavaboya bağladı ve boğazını kesti. Ölüm onu tekrar ziyarete geldiğinde, bu sefer bir köpekti kurbanı.
          Bütün bunlar olurken İlknur’a bir dilencinin musallat olmasını sağladım. Çünkü amacım büyüktü. Cinayet işlemeliydim. Cinayet işletmeliydim.
          İlknur’a dilenciyi öldürttüm. 
          Dilenciyi ben öldürdüm.
DİLENCİ ( Erol Çelik - Heyula kitabından s.131-233)

          Yolum Düzce’ye düştü 1997 yılında. Volkan’la temmuz ayının o bunaltıcı sıcağında tanıştım. Üniversiteyi Düzce’de okumuş, bir çok arkadaş edinmişti bu şehirde. Ama dost edindiği kadar düşmanı da vardı. Arkadaşlarını ziyarete gelmişti tanıştığımız günlerde. Düzce’nin anılarıyla yıkanmış sokaklarında dolaşırken iki düşmanıyla karşılaştı Volkan. Bana, sende gel dedi ama diğerleri seni görmesin. Tamam dedim ve gizliden arka koltuğa oturdum. Önde iki psikopat oturuyordu ve durmadan kendilerini övüyorlardı. Çok sinirlendim ve Volkan’a sakin olmasını, uygun zamanı beklemesini söyledim.

Erol Çelik          Melen çayının kenarına gittik. Sinan denen psikopat durmadan melen deresinde nasıl adam vurduğunu falan anlatıp daralttı bizi. Tabi beni görmüyorlardı. Ben sadece Volkan’ın arkadaşıydım. Bir ara yandaki serseri bir silah çıkardı. Volkan’a tam sırası şimdi dedim ve silahı onlardan almasını söyledim. Volkan akıllı çocuktu. Daha önce hiç ateş etmediğini söyleyerek, onlara silahla bir el ateş etmek istediğini söyledi.  Psikopatlar daha önce hiç ateş etmeyen adam olur mu diye dalga geçtiler. Volkan silahı aldı ve dışarı çıktı.  Bana ne yapması gerektiğini sordu, ben de o iki psikopatı da vurmasını söyledim.
          Volkan melen deresinin yanında iki psikopatı da vurdu. 
          Onları ben öldürdüm.
TEMMUZ YAĞMURU ( Erol Çelik - Heyula kitabından s.277-302)


          Belki bu benim iç hesaplaşmamdır, belki de yenileri için bir alıştırma. Sebep her ne olursa olsun, devam edeceğimi biliyorum.
          Ben bir katilim.


.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder