12 Temmuz 2012 Perşembe

Erol Çelik - Benim Fantastik Dünyam


Bu yazı Temmuz 2012 de 58. sayının eki olarak, Gölge e.Dergi Türkiye'de Fantastik Hayat Dosyasında yayınlanmıştır.
Derginin tamamını okumak için: Göllge e-Dergi Türkiye'de Fantastik Hayat

Erol Çelik - Benim Fantastik Dünyam



1980’li yılların başıydı, yaz tatilini geçirmek için gittiğim köyümün sıradan bir gecesinde, babamla amcamın konuşmasına tanık oldum. Yedi yada sekiz yaşlarındaydım. Babam sessizce konuşup kimsenin duymamasına dikkat ederek, amcama durumu özetliyordu. Artvin, Şavşat’taki iki katlı ahşap evimizin kim bilir kaçıncı şahit oluşuydu bu gizemli konuşmalara? Babam “evlat, o senin zannettiğin kadar kolay bir iş değil, o gömüyü topal bir cin koruyormuş, başımıza iş alırız” diyordu. Belki o an, fantastik dünyayla tanıştığım ilk andı. Bir gömüyü koruyan topal bir cin olgusu, kafamda aniden büyüdü. Amcam “Abi, ben öğrendim, eğer gerekli duaları yaparsan ve gömüye ulaşıncaya kadar hiç konuşmazsan, o topal cin sana hiç bir şey yapamazmış. İşin sırrı hiç ses çıkarmamakta” diyerek direniyordu. Ne kadar büyüleyici sözlerdi bunlar, benim yaşımdaki biri için?
Daha sonraları ne oldu, babam ve amcam o gömüye gittiler mi hatırlamıyorum. Tam 27 yıl sonra, ilk kitabım Heyula’da bu öyküyü işledim. Topal cin, benim öykümde topal bir tilki kılığına büründü ve gömüye gelenlere göründü.
Yine aynı yıllarda, annemin doğduğu Hopa’nın Garci (Hendek) köyünde bir kez daha karşılaştım fantastik dünyayla. Kırmızı tepe diye bilinen alanın ardındaki mısır tarlalarına girmiştik bir kaç çocuk. Rahmetli anneannem koşarak yanımıza geldi ve “çıkın mısır tarlasından, orada Lazdebaraf var, sizi yakalar” diye bizi korkutmuştu. Sonraları Lazdebaraf nedir diye merak etmiştim. Lazdebaraf mısır tarlalarını koruyan,  kafasında kocaman bir sepet olan ve çocukları yiyen bir yaratık olduğunu öğrendim. Yaşlı bir kocakarı şekline bürünen cadılar olduğunu söylemişti köyün büyükleri.
Elbette çocukların mısırları mahvetmesini önlemek için uydurulmuş bir yaratık profiliydi bu ama hayal gücümün hamurunu daha bir sertleştirmişti. Ben o yaz, Topal cinin ve Lazdebaraf’ın yaşadığı bir fantastik dünya oluşturmuştum bile hayal dünyamda. O yaşlarda beynimde bir kayıt cihazı olsaydı,  ortaya nasıl öyküler çıkardı bir düşünün.
Bu yazıyı yazdıktan sonra Lazdebaraf hakkında bir öykü yazmaya karar verdim.
Sonrasında duyduğum bütün fantastik öğeler kafamda yer etmeye ve aklımı çelmeye başladı. Tepegöz’ü dinlemeye doyamazdım mesela. Sonraları isminin Anka Kuşu olduğunu öğrendiğim “Gak deyince et, guk deyince su vereceksin” diye adlandırdığım hikâyeyi dinlemek, beni iyice masalsı bir hayal gücüne sürükledi. Ayakları ters cinler, atlara ve lohusalara musallat olan Alkarası, toroslu kayalardan öteye yol vermeyen devler ve daha niceleri.
Bütün bunlar benim fantastik dünyayla tanışmama sebep olmuştur.
Fantastik dünyayı kim nasıl biçimlendirirse biçimlendirsin, benim anladığım ve sevdiğim fantastik dünya, yaşanmamış dünyalarda, gerçek olmayan varlıkların, gerçek yaşamla harmanlanmasıdır. Biz Türkler bunu gerçek yaşamımıza kadar sokmayı zaten başarmış bir toplumuz, yoksa bunca söylence olur muydu? Efsanelerin kalbi bu ülkede atar mıydı zannediyorsunuz?
Olağanüstü nitelikler taşıyan, gizli güçlere sahip, ne oldukları bilinmeyen, inançlarımızla yoğrulmuş varlıklarla ilgili hiç mi bir şey duymadınız?
Cinlerin, ecinnilerin, cadıların, perilerin, şeytanların, mekirlerin, feriştelerin, feriştahların kol gezdiği bir hayal dünyası, soluduğumuz havanın moleküllerine kadar karışmış durumda zaten. Soluk almamız yeterli. Nereye kaçarsak kaçalım, bu bizim genlerimize işlemiş durumda.
Türk insanının hayal gücü inanılmaz geniştir, bunu inkâr eden, Dede Korkut’un hikâyelerindeki gibi taş kesilir. Fantastik dünyanın en âlâsı kendi kültürümüzde sessizce yüzüyor zaten, sadece bunu görmek yeterli. Elbette batı edebiyatından da keyif alabilir ve o kitapları okuyabilirsiniz ama kendi kültürümüze açılsak, başka hiçbir şeye gerek kalmaz diye düşünüyorum.
Topal Cin, Lazdebaraf, Karakoncolos, Congolos, Kara-kura, Kara Korşak, Kamos, Kayış Ayak, At binen cin, Çarşamba karısı, Karabasan, Albastı, Hınkır Munkur, Demirkıynak, Tarlaguzan, İfrit, Yol azdıran, Çıtlık kuşu, Kuyu kızı, Umacı, Abra, Bukrek, Meran, Garuda, Aldacı, Enkebit, İtbarak, Hırtık, Rom rom ana.
Yukarıdaki isimler, bir nevi Türk fantastik dünyasının yaratıklarıdır bir kaçıdır sadece ve her birinin enteresan öyküleri vardır ama işin kötü yanı, sadece söylence olarak kalmıştır. Haklarında yazılmış geniş bilgiler ve öyküler yoktur. Her biriyle ilgili bilgi toplamaya kalksanız, elinize pek fazla bir şey geçmez ama her biri kendi başına fantastik bir dünyanın anahtarıdır ve en önemlisi bizimdir.  
Benim derdim  bu. Kimse bana kızmasın, fantastik edebiyat sadece elflerden orklardan oluşmuyor. Elbette ben de çok seviyorum o kitapları ama bizim bir an önce kendi fantastik dünyamızı yaratmamız gerek. Keşke herkes İhsan Oktay Anar gibi kendi kültürünü yazsa.
Özetlemek gerekirse; benim fantastik dünyam anlatılara, efsanelere dayanır. Bu topraklarda işlenebilecek o kadar lezzetli olgu var ki, o kadar geniş bir hayal dünyasına sahip bir toplumuz ki, kültürümüze sahip çıkalım.
Kendi fantastik dünyamıza sahip çıkalım.
Devşirilmeyelim.


                                                                                                             Erol Çelik
                                                                                                     06. Haziran. 2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder