28 Ocak 2012 Cumartesi

Müzik bittiği zaman ışığı söndür.


Kulağımda jetro tull müziği ile havaalanın rötarlı uçağını beklerken, kendimce bir oyun oynamaya karar vermiştim.  İnsanları suçlayacaktım. Onları bilmedikleri, belki de ömürlerince yapmayacakları çirkin bir iftiranın altına sokacaktım. Düşüncesi bile zevkli geldi bana. Böyle çirkin bir oyunu hastalıklı bir beyin üretebilirdi muhakkak ama kötü hava koşulları sebebiyle yok yere bir saatten fazla hapis kalmak aklın hastalanmasına sebeptir. Hastalanması derken biraz abartılı bir düşünce gibi görünebilir fakat zaten meyilli bünyelerin bu hastalığa kapılmasının oldukça normal olduğunu, bu ruh halindeki herkes bilir.

Neyse ben oyunuma döneyim.

İlk kurbanım, oooooo etrafıma bakınca aklımdaki kanserin oldukça ilerlediğini görüyorum. Hiç acımadan masum insanlara çirkin yakıştırmalar yapabilir miyim gerçekten? Yapabilirim. Bendeki bu çelişki ne acayip, hem yapmak isteyip hem yakışmasını düşünüyorum. E, nede olsa bu kendimle benim aramda.
Etrafıma bakıyorum ve 409 numaralı kapının bekleme salonun mavi demir koltuklarında oturan ilk kurbanımı arıyorum.


Aha buldum. 40’lı yaşlarda bir kadın. Parmağındaki alyansı çenesine yasladığı elinde görülüyor. Boş bakıyor ama yüzündeki bir ifade gözümden kaçmıyor. Kesinlikle bir şey gizliyor. Beyaz bir gömleğin üzerine yeşil bir örgü kazak giyinmiş kadının saçları boyasız. Sakladığı sır yüzünde kederi artırıyor. Sırrın ne abla?!! Sırrın ne kadar kötü?!! Elindeki pahalı telefona düşünceli ve duraklayarak mesaj yazmaya başlıyor. Sırrın ne abla? Söylemeyecek misin?
Tamam, o zaman ben tahmin edeyim. Senin yüzündeki acıdan bu suçun senin tarafından işlenmediği belli. Düşünüyorum ve aklıma çok iğrenç şeyler geliyor. Midem bulandı bunu düşünmeyeceğim. Senin kederini kendi iğrençliğimle iyice kirletmeyeceğim.

Azat ettim seni. 

Kısa saçlı esmer ve kalın kaşlı 30lu yaşlarda erken olgunlaşmış ve varlıklı bir adam gözüme ilişti. Hah tam dişime göre. Tavandaki çapraz demir çubukların arasındaki florasanlarla  aydınlanan hava alanının 409 numaralı bekleme salonu, adamın karanlık dünyasını aydınlatmaya yetmiyor. Yanında kendinden en az yirmi yaş daha büyük bir adam var. Hayır, bu adamdaki hürmet onu baba yapmaz, onu daha çok hizmetli yapar. Kalın kaşlı adamın karanlık dünyasına hizmet eden bir adam. Adamın kaşları gözlerini ve bakışlarını daha bir karanlığa gömmüş. Sen söyle adam, senin suçun ne. Evet, senin daha kötü ve kendi elinden işlenmiş bir suçun var değil mi? Var elbette, bu, dört sıra koltuğun arsındaki mesafeden bile anlaşılıyor.

Dur tahmin edeyim. Gözlerin kadar karanlık düşüncelerin var. Arabanla bilerek bir adama çarptın. Hayır mı? Silahınla bir gencin sol ayağını topal ettin. Buda mı değil? Peki,  bir kadını rızası olmadan kirlettin. Hadi canım bunlardan biri olmalı. Yoksa, uyuşturucu satıp masum bir ailenin dağılmasına mı yol açtın? 
Ha evet, sende bu son madde daha ağır basıyor. Gerçi bunu yapıyorsan önceki tüm suçlamalarımı zaten yapıyor olman muhtemeldir. 

Neyse sendende iğrendim. Kustum ve cehenneme yolladım. Hey nereye gidiyorsun. Umarım aynı uçağa binmeyiz. Yoksa uçak boyunca aynı soğuk düşünceler içinde olucam. 
40lı Yaşlardaki ablada kalkıyor. Sanki, “olsun bunlara katlanmalıyım” der gibi kendine soluk bir güven vererek şalını boynuna iliştiriyor.

Şimdi kulağımda The Doors çalıyor. The end. 

Midem bulandı. her insanın karanlık bir yönü vardır ve ben bu oyunu oynamak istiyor muyum diye düşünüyorum? 
Bateri atak yapıyor Jim Morisson amca çığlık atıyor. Ben susmak zorundayım. İçimde ziftleştirdiğim bir sıkıntı ile düşünmeyi bırakıyorum. İnsanları seyretmezsem bunu başarabilirim.
 
Müzik bittiği zaman ışığı söndür. 

Klik.

27 ocak 2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder